Ham deriyi kullanılabilir hale getirmek için uygulanan işlemlerin tümüne tabaklama (sepileme) bu işi yapana da tabak ustası (sepici) denmektedir.
Tabaklık, derinin kurumadan ve bozulmadan deriyi işleme terbiye etme zanaatının, sepiciliğin bir diğer adıdır.
İşlenen deriler giyim kuşam eşyaları başta olmak üzere pek çok yerde ürün olarak karşımıza çıkmaktadır.
İnsanoğlunun ihtiyaçtan doğan avlanma ve avladığı hayvanın derisinden ve kemiğinden yararlanmasının tarihi kendi varlığı ile aynıdır. Birçok kaynak Mısır, Ege ve Anadolu uygarlıklarının dericilikte çok ileriye gittiklerini ve Alacahöyük’de yapılan kazılarda ortaya çıkan mağara resimlerinin, Anadolu’da dericiliğin tarihinin 9000 bin yıl öncesine dayandığını belirtmektedir. Türklerde dericiliğin gelişmesi göçer topluluk olmalarından dolayı olağandır. Dericilik, hayvancılıkla uğraşan kavimlerin ikinci mesleğidir. Orta Asya Türklerinde ve Osmanlı’da da dericilik günlük hayatın bir parçası haline gelmiştir.
Türk akıncıları için at çok önemli bir hayvandı. Akıncılar at üzerinde yapılan uzun yolculuklar için deri pantolonlar giyerler ve deriden yapılan su mataraları, at koşumları, kemer, kalkan, ok kuburu gibi eşyalar kullanırlardi. Kullandıkları fincanlar için de deriden zarflar yaparak göç sırasında bunların kırılmalarını önlemişler.
Altay dağlarındaki Pazırık Kurganları’nda (mezarlar) yapılan arkeolojik kazılarda M.Ö.5000 yıllarına uzandığı tespit edilen buluntular arasında deriden yapılmış at koşumları, savaş elbiseleri, deri hurçlar, eyer, çizme, kitap ciltleri bulunmuştur. Bu eşyalar pazırık kurganının buzullar arasında kalmasından dolayı günümüze kadar bozulmadan gelmişlerdir. Pazırık kurganlarından çıkan eyer örtüsündeki işlemeler, deri eşyalardaki renkli bezemeler hayranlık uyandıracak güzellikte olup Türklerin dericilikte ne kadar ileri safhada olduğunun kanıtıdır. Bu buluntular Leningrat müzesinde sergilenmektedir.
Anadolu topraklarının alüminyum bileşikleri ve bitkisel sepileme ürünleri yönünden çok zengin olması yani dericiliğin hammaddesinin bol ve zengin çeşitlilik göstermesi dericilik mesleğinin gelişmesini sağlamıştır. Bu bakımdan bitkisel tabaklamanın Anadolu’da doğduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Grek, Urartu, Hitit, Lidya, Frig, Doğu Roma uygarlığının uzantısı olan Bizanslılar, Persler, Asurlular gibi birçok uygarlığa beşiklik etmiş Anadolu topraklarında varolan dericilik mirasına, 1071 yılından sonra da Orta Asya dan gelen Türk kavimlerinin birikimi de eklenince dericilik Osmanlılar döneminde 16. yüzyılda doruğa çıkmıştır. Bu zanaatın doğudan batıya geçtiği söylenir.
Dericiliğimizin tarihine kısa bir göz attıktan sonra geliniz şimdi deri nasıl işlenir (tabaklanır) bir göz atalım.
DERİ NASIL İŞLENİR (TABAKLANIR)?
Herhangi bir amaçla öldürülen hayvanın yüzülen derisi canlı organizmadır. Kısa zaman içerisinde işlenmezse bozulur, kokar, atılacak hale gelir. İnsanoğlu bunu önlemek için yüzyıllar boyunca çeşitli yöntemler geliştirmiştir. Derinin bozulmasını önlemek için yapılan işlemlerin tümüne tabaklama dendiğini belirtmiştik. Tabaklamanın yapıldığı yerlere de tabakhane denmektedir.
Derinin işlenmesi iki türlü olup tabaklamada kullanılan malzeme ve uygulamaya göre yöresel değişiklikler gösterebilir. Derinin tuzlama işlemi bilinen ilk tabaklama işlerinden biridir. Biz burada dericiliğimiz içerisinde büyük uğraş ve zahmetle yapılan tabakçılığı anlatacağız.
Deriler ya kılları alındıktan sonra yada kıllı olarak iki şekilde tabaklanır. Kıl dökme işlemi ise kimyasalların kullanılmadığı dönemlerde deri ısıtılıp, nemlendirilerek bakterilerin oluşması için asılıp bekletilirdi. Deri yüzeyinde çürümenin başlamasıyla kıl kökleri de gevşeyerek dökülürdü. Diğer bir yöntem ise deriyi idrar içinde bekletmekti.
Derilerin kıllarının alınması için bir başka yöntem ise, küllü suda bekletmektir. Deriler üç gün küllü suda bekletilir. Kül, derinin kıllarını büyük oranda döker. Kalan tüyler ise kazıma bıçakları ile kazınarak alınır. Tekrar küllü suya atılır. İki gün bekletildikten sonra tekrar çıkarılır. Bol su ile ayak altına alınarak çiğnenir, yıkanır.
Diğer bir tabaklama işleminde ise, deri üzerindeki kirlerin temizlemesi için suya batırılıp yıkanır daha sonra bir tezgah üzerine gerilerek yapışık etler ve yağlar filo bıçağı denilen bir bıçak ile sıyrılarak kazınır. Bu işleme “etleme” denir. Deriler ortalama 1 metre derinliğindeki çukurlarda (kuyularda) meşe palamutu ve kireç karışımında bekletilerek yumuşatılır, yıkanır ve sonra kireç kuyularına tekrar atılır. Deriler kireçli suda yeteri kadar bekletilir,çıkarıldıktan sonra tekrar yıkanır. Deriler cinslerine göre bu kuyularda 3 aydan 24 aya kadar bekletilebilirler.
Eğer deri kösele olacaksa, iç tarafına alefi denilen karışım sürülür. Bu işlem için, kitre denilen bir bitki kökü ıslatılır, kabarınca koyu sahlep gibi bir hal alır. Karışım bir çuvala konularak süzülür. Bu sıvıya yeterince mermer tozu katılır. Bir miktar da sabun ve balık yağı ilave edilir. Deri hangi renk olacaksa o renkteki boya maddesi de katıldıktan sonra derinin iç tarafına bu karışım sürülerek kurutulur. Bu şekilde kurutulan kösele silindirden geçirilip satışa gider.
Özellikle Güneydoğu Anadolu tabakçılığında ise köpek dışkısı ile tabaklama yapılırdı. Tabaklar köpek dışkılarını fıçılarda su ile eritip derileri yumuşatmak için kullanırlardı. Köpek dışkısı derideki kirecin zararlı etkisini ortadan kaldırır ve aynı zamanda da deriye parlaklık kazandırırdı.
Köpek dışkılarının özel toplayıcıları vardı. Bunlara sakatçı uşağı denirdi. Bu insanlar kollarına taktıkları sepetlerle yada sırtlarına küfe gibi bağladıkları gaz tenekeleriyle boş arazilerde köpek dışkısı ararlardı. Topladıkları köpek dışkılarını öğleden önce tabakhanelere yetiştirmek için birbirleri ile yarış ederlerdi.
Bu insanların dışkıyı tabakhanelere yetiştirme telaşından “tabakhaneye b..k mu yetiştiriyorsun, ne acelen var?“ deyimi ortaya çıkmıştır. Çocukluğumda bu köpek dışkısı toplayıcılarını hatırlıyorum. Ellerinde uzunca bir sopaları olurdu. Bu sopalarını hem araziyi karıştırmak, hem de sopanın ucundaki çiviyi dışkıya batırıp tenekelerine koymak için kullanırlardı. 40-50 yıl öncesine kadar bu sakatçı uşaklarını görmek mümkündü.
TABAK SEVDİĞİ DERİYİ YERDEN YERE VURUR
Derinin tabaklama maddelerini kabul etmesi için yumuşatılması gerekmektedir. Bunun için deri sopa ile dövülür. Buradan da “Tabak sevdiği deriyi yerden yere vurur” deyimi çıkmıştır. Bu işlem günümüzde motorlu dolaplarda yapılmaktadır.
Bitkisel tabaklama işleminde meşe palamudu, nar, sumak, mazı, kızılağaç, fıstık çamı, ladin ağacı, kayın ağacı, karadut yaprağı gibi bitkiler kullanılırdı. Meşe palamudu ve Mazı karışımı harç sürerek derileri birbiri üzerine kat kat dizerek kuyulara koyarlardı.
Bu işlemden sonra derinin bitkisel ya da kromla tabaklama işlemine geçilir. (Krom kullanımı 1950’lerden sonradır).
Kızılkök, Akçaağaç, Kızılağaç zencefil (vermilion) ve kına kırmızı renk için, kara hurma, mersin ağacı, meşe palamudu, çivit otu mavi renk, nar kabuğu, sumak ağacı kökü ise beyazlatıcı, boyacı sumağı sarı renk, akasya, kadın tuzluğu özü, gülhatmi, menekşe mavisi renkleri için kullanılırdı. Safran ise hem boya hem de sabitleştirici olarak kullanılırdı. Cevizden de siyah renkli deri elde edilirdi.
Deri, sahtiyan, meşin, kösele ve güderi gibi çeşitlere ayrılır. Kitap cildi yapımında kullanılan deriye ise sağrı denir.
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız tabaklamaya ek olarak şimdi Akdeniz ve Güneydoğu ustalarının tabaklamada takip ettiği yolu anlatalım.
Derinin hem içi hem dışı kazıma bıçağı ile kazınır. Bu işlemden sonra derinin pişirme işine geçilir. Bu işlem ocaklarda falan yapılmaz. Sumak yaprakları suda kaynatılır. Kaynayan su soğumaya bırakılır. Ilık bir hal alınca deriler bu sumaklı suya atılır. Bu suda bir hafta bekletilir. Arada bir alt üst edilir.
Bir hafta sonra deriler tekrar kazınır. Bu arada suyu değiştirilir. Bu işlem üç defa tekrarlanır. Üçüncü haftadan sonra deriler kurutulur. Normal ılık su ile tekrar yıkanır. Sıcak su deriyi yakar. Bu tür işleme tutulan deri işe yaramaz. Sonra boya işlemine geçilir. Seccade yapılacak deride sumak yerine şap kullanılır. Post için de şap ve tuz kullanılır. Sumak, köpek dışkısı, şap, boya, tuz kullanılarak yapılan bu dericiliğe kara dericilik denir.
Deri tuluk olacaksa tulum çıkarmak için kesilen hayvanın derisi yumruklanarak soyulur. Deriyi yüzme işinde bıçak kullanılmaz. Bu tulumun içerisine çam kabuğu tozu, arpa unu ve tuz karışımı iyice derinin yüzeyine yedirilerek sıvazlanır. Güneşte bu vaziyette iki hafta bekletilir. Deri üzerindeki kılları kendiliğinden döker. Bu arada derinin dışında kıl köklerinden oluşan bir tortu oluşur. Bu tortu bıçakla sıyrılarak alınır. Deri iyice yıkandıktan sonra kullanılır hale gelmiştir. Eğer post yapılacaksa deri yere serilir üzerine şap tozu, tuz ve arpa unu karışımı serpilir. İki haftaya yakın bekletilir. Post yumuşatıldıktan sonra kullanılır hale gelir. Yörüklerin tuluk ve post yapması yukarıdaki gibidir.
Seccade, post, kalpak, gocuk gibi giysiler için tabaklanan derilerin tüyleri alınmaz.
Yumuşak tüylü hayvanların derileri genellikle bu işler için kullanıldığından tüyleri alınmadan tabaklanır.
Kürk yapımında porsuk, tavşan, tilki, samur, vizon, vaşak gibi hayvanların derileri kullanılır.
TÜRK DERİSİ SAHTİYAN
Osmanlılar döneminde dericilik Ahilik ile birlikte gelişmiş olup İstanbul, Kayseri, Bursa, Uşak, Diyarbakır, Gaziantep, Edirne gibi illerimizde ticari hayatın ana üretimini oluşturmuşlardır. Diyarbakır, Mardin, Şanlı Urfa, Birecik ve Gaziantep dericiliğinde köpek dışkısı, saman ve kepek karışımı kullanılarak tabaklama yapıldığını yukarıda anlatmıştık. Sahtiyan adı verilen teke derisi kırmızı renkte tabaklandığından Güneydoğu Anadolu yöresine ait bir deri çeşidi niteliğindedir. Güneydoğu’da bu kırmızı deriye çok sık rastlanırdı. Adeta bu coğrafyanın derisi gibiydi. Semer yapımında, hayvan koşumunda ve ayakkabılarda çok sık kullanılırdı. Roma İmparatorluğu döneminde de yüksek tabakadaki kişilerin giydikleri kırmızı sahtiyanı doğudan, Mezopotamya’dan getirdikleri bilinmektedir. Burada özellikle belirtmek istiyorum, Mezopotamya ve Güneydoğu Anadolu dericiliğinin kırmızı renkli sahtiyan derileri yakın zamana kadar ününü korumuştur. Keçi derisinin kına ile boyanması ve işlenmesiyle elde edilen ve adına sahtiyan denilen deri için batılıların nasıl yapıldığını merak edip casuslar gönderdikleri söylenir. Fransızlar tarafından gönderilen bir ermeni vatandaşının sarı ve kırmızı sahtiyanın nasıl tabaklandığını öğrenmeye çalıştığı bilinmektedir.
Sahtiyan adı verilen deri yapımının Türklere özgü bir metot olduğu tüm dünyada kabul edilmiş olup, İngilizce literatürde de sahtiyan derinin hala, Türk derisi olarak yer alması bu nedenledir. Türk dericiliğinde, babadan oğula geçen bazı bilgiler geleneğe bağlı bir sır olarak kalmış ve yabancılara öğretilmemiştir.
Osmanlılar döneminde dericilik Ahilik ile birlikte gelişmiş olup İstanbul, Kayseri, Bursa, Uşak, Diyarbakır, Gaziantep, Edirne gibi illerimizde ticari hayatın ana üretimini oluşturuyordu. Deri ve deriden yapılan ürünler ise dış pazarlara gönderilen malların başında geliyordu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş yıllarında batılılar, çeşitli yollarla öğrendikleri bu bilgileri, ne yazıktır ki daha sonra kendi bilgi ve becerileriymiş gibi doğuya satmaya kalkışmışlardır.
Dericilik uzun yıllara dayanan birikimlerle en iyiyi bulma zanaatıdır.
DERİDEN YAPILANLAR; DERİ MÜZESİ GEREKLİLİGİ
Tabakların ellerinden bin bir zahmet ve emekle işlenerek çıkan deriler, deri konfeksiyon sanayinde, ayakkabı üretiminde, her türlü çanta, valiz, döşemelik, saraciye, koşum, eyer, sanayi kayışları, bel kemerleri v.b. eşyalar olarak değer kazanmaktadır. Ayrıca koyun, kuzu ve deve derilerinden elde edilen yün, tiftik keçilerinden elde edilen tiftik ise kumaş, kilim ve halı imalatında kullanılmaktadır. Sığır derilerinden ve kuyruklarından fırça sanayinde, kulak kıllarından ise takma kirpik yapımında yararlanılmaktadır.
Tarih boyunca deriden yapılan giysilere örnekler:
-
Deniz müzesinde deri ok hedefliği,
-
Manisa Arkeoloji müzesinde işlemeli deri çanta,
-
Ankara etnografya müzesinde fermanın rulo olarak içine konulduğu işlemeli deri kaplı kılıf (ferman muhafazası),
-
Askeri müzede deri sadak ile Mohaç zaferinde çalınan Kös(Davul),
-
Türk İslam eserleri müzesinde deri barutluk,
-
Topkapı Sarayı’nda, işlemeli deri eldiven (güderi), kırmızı renkli ve içi kürklü kaftan, ziyafetlerde kullanılan işlemeli deri sofra altlıkları, işlemeli deri çizme, saraylarda giyilen simsaka kaftanlar, pabuçlar, kemerler, çoban torbası, eyerler, saltanat kayığı su kırbası, silahlıklar, mehter takımı davulları, gergedan derisinden kalkanlar, deve eyer örtüleri, sure ve para keseleri, kitap cilt kapakları ve nihayet deri kılıç kınlarını sayabiliriz.
Piri Reis’in haritasının da deri üzerine yapıldığını unutmayalım. Topkapı sarayı harem dairesi tavanı kubbesi eşsiz güzellikte ince işlenmiş deri ile kaplıdır.
Bütün bunlar ve hatta sayamadığımız daha yüzlerce deri ürününün varlığı, bize artık ülkemizde bir “Deri Müzesi”nin kurulması gerektiği izlenimini vermektedir.
KAYSERİ’Lİ BİLGE KİŞİ AHİ EVRAN
Her mesleğin piri olduğuna göre dericilerinde bir piri vardı. Bazı rivayetlere göre Çin’de dericiliğin piri olarak Çin kraliyet ailesinden prens Şin –Tang, doğuda ise aynı zamanda ayakkabıcı da olan Tyhhios’dur.
Bizde dericilerin piri Ahi Evran’dır. Kayseri’de yaşayan ve Kırşehir’de de bulunan Ahi Evran, bilgi, beceri ve dürüstlüğü ile tanınmış biriydi. Önce tabakların başı olmuş, daha sonra da tüm Ahi Teşkilatının sorumluluğunu üstlenmiştir. Tabaklar işe başlamadan önce mutlaka Ahi Evran duası okurlardı.
TABAKLARIN ARAÇ, GEREÇ ve MALZEMELERİ
1. Askı: Derilerin yüzlerini parlatmada kullanılan ve şimşir ağacından yapılan perdah aleti.
2. Alefi: Kitre, mermer tozu, sabun ve balık yağı karışımı olup derinin iç tarafına sürülür.
3. Çam kabuğu: Köselenin pişmesini ve olgun bir hal almasını sağlar.
4. Filo bıçağı: Derinin iç tarafındaki fazla etleri almaya yarar.
5. Kılıç demiri: Her iki tarafında sapı olan kambur bıçak. Kör tarafıyla derinin kılları, keskin tarafıyla da iç tarafındaki etler temizlenir.
6. Kiremit: Keçi derilerine baskı yaparak kirecin kusturulmasını sağlar.
7. Pay demiri: Et veya palamut harcı kazımaya yarayan iki saplı bıçak (kılıç demirine benzer)
8. Pay tahtası: Derinin üzerine serildiği ve kazındığı gürgenden yapılmış tahta.
9. Mazı: Deriyi pişirmeye yarar.
10. Palamut: Deriyi pişirmeye yarayan meşe meyvesi
11. Sama: Köpek dışkısı karışımı
12. Sili: Derilerin yıkandığı ve harçlandığı çukur
13. Sıkıcak: Küçük hayvan derilerini sıkmaya yarayan deynek
14. Sumak: Dağlarda yabani halde yetişen meyvesi ekşi olan ağacımsı bir bitki
15. Zırnık: Kireçle karıştırılıp derilerin iç tarafına sürülen maden taşı
16. Kirde taşı: Palamuttan dolayı deri üzerinde oluşan lekelere kirde,bu lekeleri çıkarmakta kullanılan taşa da kirde taşı denir.
17. Sama demiri: Kavis şeklinde iki ucu tahta saplı iç tarafı keskin bir bıçaktır. Deri samadan çıkınca kıllı tarafının temizlenmesinde kullanılır.
18. Balık yağı: Derinin yüzüne sürülür.
19. Gres yağı: Derinin iç tarafına sürülür, deriyi yumuşatmaya yarar.
20. Traş bıçağı: Kuruduktan sonra derinin iç tarafında kalan fazlalıkları almaya yarar.
OSMANLI DÖNEMİNDE DERİCİLİK VE NEDEN İSTANBUL’DA KAZLIÇEŞME?
Tabaklık mesleği bol su isteyen bir iş koludur. İstanbul Kazlıçeşme tabaklığın gelişip büyüdüğü bölgelerin başında gelir. Burada İstanbul’un bir bölümüne yetecek kadar su vardı. Bu bakımdan tabakhanelerin suyun bol olduğu yerlerde kurulması ve gelişmesi çok normaldir.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra, Yedikule’de Kazlı çeşme denilen yerde 33 salhane, 360 tabakhane yaptırmış ve esnafın büyük bir kısmını buraya toplamıştır. Türk dericiliği Osmanlı İmparatorluğunun büyüme yıllarında hızla gelişmiş ve Türk derileri dış ülkelerde aranır hale gelmiştir
16 yy. ikinci yarısında deri işiyle uğraşan esnaflar arasında pabuççuları, saraçları, eyer ve palancıları, terlikçileri, mestçileri, telatin sofracıları (öküz yada dana derisinden sofra altı yapımcıları), yularcıları, kamçıcıları, körükçüleri ve daha pek çoklarını sayabiliriz.
İstanbul, İzmir, Bursa, Denizli, Uşak, Isparta, Balıkesir, Adana, Antakya, Urfa, Gaziantep, Kayseri, Diyarbakır, Manisa, Erzurum, Tokat Türkiye’de dericiliğin yapıldığı başlıca illerdir.
Bu illerin pek çoğunda Tabakhane Mahallesi, Tabakhane deresi gibi yer isimlerine rastlamak mümkündür. Adı geçen bu illerimizde “aşağı tabakhane sokağı”, “Debbağ pazarı” gibi isimlerle anılan yerler mevcuttur.
TABAKLIĞIN MAKİNEYE YENİLMESİ
Kaybolan mesleklerden biri olan kara tabaklık, dericiliğin makineleşmesiyle rekabet edememektedir. 1990’ lı yıllara gelindiğinde kara tabaklığın hızla yok olduğu belirgin şekilde görülmeye başlamıştır
Tabaklığın gerilemesinin başlıca sebepleri arasında babadan oğula geçen bilgilerin gizliliğine azami derecede dikkat edilmesini, mesleğin çok zor olmasından dolayı başkalarının bu mesleğe ilgisinin azalmasını sayabiliriz. Bu saydıklarımıza alışılmış uygulamaların yanında tabaklığın bugünkü iç karartan tablosunun nasıl ortaya çıktığını anlamak çok zor değildir.
Organize deri sanayi bölgelerinin oluşturulması, AB kriterlerinin getirdiği yükümlülükler, gerekli arıtma sistemlerinin yapılma zorunluluğu el emeğine dayalı tabak sektörünü yok etmiştir. Bütün bunların sonucu olarak da Tabakhane sayısı giderek hızla düşmeye başlamıştır. Adı Tabakhane olarak anılan semtlerin birçoğunda artık tabaklık mesleği yapılmamaktadır.
SON SÖZ
Sanayinin giderek gelişmesi, deri taklidi fabrikasyon ürünlerin artması, bu mesleğin yok olmasının başlıca nedenlerindendir. Taklit ürünler ucuza mal edilmektedir. Gerçeğinden zor ayırt edilen bu ürünler, ucuz olduğundan dar gelirliler tarafından tercih edilmektedir
Gerçek deri bir kemer 50 lira civarında alıcı bulurken, taklitleri 5 liradan piyasaya sürülmektedir. Arada 10 kat fark vardır. Deri ayakkabıların ederi 100 ile 500 lira arasında değişirken deri taklidi fabrikasyon sağlıksız ayakkabıları 10-15 liraya kadar satın almak mümkün olabilmektedir.
Günümüzde dericilik ve deri ürünü üreticileri zor da olsa halen ayakta durmaya çalışmaktadır. Ancak bin bir zahmet gerektiren tabaklık mesleğini, son demini yaşayan bir akciğerin giderek cılızlaşan soluk alıp verişine benzetebiliriz. Bu benzetme de bize oldukça büyük oranda hüzün vermektedir.