Ustalarının geleceğini düşünmek bile istemedikleri meslek
Süpürge deyince aklımıza hemen ev süpürgeleri gelir. Oysa söz konusu olan bu temizleme aracı iki türlüdür, birincisi ev süpürgeleri ve ikincisi de sokak süpürgeleri. Biz size giderek tarihe karışmak üzere olan ev süpürgelerinden söz edeceğiz önce.
ARJANTİN’DEN YUGOSLAVYA’YA
Bir araya getirilmiş bitki saplarının, yapay kılların ya da bir çalı-çırpı demetinin bir uçtan bağlanmasıyla oluşturulan ve süpürme işinde kullanılan temizlik aracına “süpürge” diyoruz. Fundagillerden olan süpürge otunun çiçekleri pembe, küçük çana benzeyen, işlenmemiş topraklar üzerinde yetişen kökünden ağızlık, dallarından da kaba süpürge yapılan kamış görünüşünde bir bitkidir.
“Silip süpürmek”, ortada bir şey bırakmamak, yiyip bitirmek vb. günlük yaşantımızda da kullandığımız birçok anlamlı benzetmeye örnek teşkil eden süpürgeyi ve süpürgeciliği anlatmaya çalışacağız.
Konuştuğumuz birçok usta süpürgeciliği ülkemize getiren ve meslek olarak da yapanların Yahudi asıllı vatandaşlarımızın olduğunu söylemektedirler. Bu insanlar süpürge otu tohumunu Arjantin’den Yugoslavya’ya getirmiş, daha sonra da ülkemizde hem tarımını yapmışlar hem de süpürgeciliği bir iş koluna dönüştürmüşler.
BORSASI OLAN SÜPÜRGE TELİ
Süpürge otu bitkisinin gövdesi kamışa benzer ve boyu da yaklaşık 1-1.5 metre kadardır. Tarlada hububat ekimi gibi tarımı yapılan bir bitkidir. Yağmurun bol olduğu mevsimlerde süpürge otu hasadı da diğer bitki türlerindeki gibi bollaşır.
Hasat zamanı genellikle sıcak yaz aylarıdır. Bitkinin üst tarafı kırk elli santimetre kadar boyu olan fırça gibi tel teldir. Bitkinin süpürge yapımında kullanılan bölümü de burasıdır.
Süpürge otu, üst tarafından aşağıya doğru yaklaşık 60-70 cm. boylarında kesilerek toplanır. Bitkinin gövdesi ise bırakılır. Toplanan tellerin tohumlarından temizlenmeleri gerekmektedir. Tel demetleri saplarından tutularak düz ve sert bir zemine vurulur. Tohumların büyük bir miktarı çarpmanın etkisiyle dökülür, bir kısım tohum da üzerinde kalır. Tohumdan ayırma işlemi son zamanlarda makinelerde yapılıyormuş.
Bu işlemden sonra yeşil ve sarı renklerin karışımında olan teller demetler halinde bağlanır. Daha sonra satılmak üzere süpürgeciler borsasına getirilir. Yok olmak üzere olan bir mesleğin ve bu mesleği zor da olsa yapmaya çalışan insanların borsası olur mu demeyin; meğer olurmuş.
Edirne’ye geldiğimizde süpürgecileri nerede bulacağımızı sormuştuk. Bize süpürgeciler borsasının yerini tarif ettiler. Biz borsayı değil ustaları aradığımızı söyleyince de “hepsi aynı yerde” dediler.
Nasıl yani, dedik, borsanın içinde süpürge mi yapılıyor diye sorunca da “Onlar hem tüccar hem de esnaftırlar” cevabını almıştık. İnanmamız için gözlerimizle görmemiz gerekti bir bakıma.
Süpürgeciliği geçmiş yıllarda iki yüz elli usta yaparken bu sayı günümüzde sadece on beş usta tarafından yapılmaktaymış. Süpürge otunun borsada işlem görmesi bu mesleği alın teriyle yapan ustaları da doğal olarak tüccar sınıfına sokmuş. Onların bu durumu bugün de devam etmekte. Bahsettiğimiz bu uygulamanın “Edirne Süpürgeciler Borsası”na has olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Ülke genelinde başka hiçbir il ve ilçede böyle bir şey yokmuş.
KÜKÜRT İLE AĞARTMA
Süpürge telleri süpürgeye dönüştürülmeden önce toprak sarısı ya da yeşilimsi teller halindedir. Bunların süpürge ham maddesi olarak kullanılabilmesi için renginin altın sarısına dönüştürülmesi gerekir. Bunun için de teller bazı işlemlerden geçirilir.
Süpürge yapımında kullanılacak olan teller önce demetler halinde ıslatılır. Islatma işlemi 300 – 500 litre kadar su kapasitesi olan beton havuzlarda yapılır. Bunun sebebi kükürt fırınlarında ağartma işlemi sırasında, kükürt dumanının süpürge tellerinin aralarına işlemesi ve sonucun iyi olması içindir.
Fırın denilen kısım, içinde bildiğimiz ateş yananından değil, iki metrekarelik beton odalardan ibaret. Her süpürgeci dükkanının bir havuzu, bir de fırını bulunuyor.
Demetler halindeki teller bu fırınlara istiflenirler. Tam ortalarına da içinde toz kükürt olan bir leğen bırakılır ve bu kükürt bir kibrit veya çakmak vasıtasıyla tutuşturulur.
Leğendeki kükürt duman çıkararak yanmaya başlar ve bu duman kesinlikle teneffüs edilmemelidir. Kükürdün altında da süpürge tellerinden oluşan bir miktar cüruf vardır. Odanın kapısı dumanın dışarıya çıkmaması için sıkıca kapatılır. Bu ağartma işlemine genellikle akşamdan başlanır ve sabaha kadar sürer. Sabah işe gelindiğinde fırının kapısı açılır,fırın havalandırılır ve süpürge otu demetleri çıkarılır. Bu işlem sonunda kükürt odalarından çıkan teller beyaza yakın sarımtırak renkte olurlar.
AYIKLAMACININ İŞİ BOYLAMA
Şimdi sıra ayıklama işine gelmiştir. Ağartma işleminden sonra demetler süpürge yapımına uygun boylarda kesilip ayıklanmaları gerekmektedir. Bu işi yapan ustaya “ayıklamacı”, yaptığı işe de “boylama” denir.
Ayıklamacı işini yapan ustası elinde özel bıçağıyla kalın ve uzun telleri, ince cılız tellerden ayırır. Uzun ve dolgun olanlarına süpürgeciler “zare” demektedir. Zare telleri aynı zamanda süpürge yapımında tepelik olarak da kullanılırlar.
Cılız ve kısa olanlarına da “içlik” veya “hurda” denir. Tellerin fazla uzun olanları da diplerinden kesilir. Çıkan bu kısa saplara “cüruf” denir ve cüruflar da süpürgenin içine daha sonradan kullanılır. Dolayısıyla ayıklama işleminde süpürge otu telleri “zare” ve “içlik-hurda” olarak ikiye ayrılır.
SÜPÜRGENİN OMURGASINI SARMACI YAPAR
Daha sonra fiziksel konumlarına göre sınıflandırılıp ayrılan bu tellerin süpürgeye dönüşme süreci başlar. İlk olarak, ayıklanan ve ayrılan süpürge otu telleri “sarmacı” adı verilen kişiye ulaşır. Yedi-sekiz saptan oluşan içlik tellerden, yani hurdalardan yeterince alınır. Bunların arasına da “kalem” denilen, boyları 10-15 cm. boyları olan cüruftan bir miktar konulur. Bu kısım süpürgenin omurgasıdır. Kalem denilen malzeme süpürge tellerinin ayıklanması sırasında çıkar ve esasen uzun süpürge tellerinin diplerinden kesilen parçalardır.
İçlik demet ortada kalacak şekilde etrafına hurda tellerden sarılır. Bu demetin etrafına da zare tellerinden bir demet sarılır. Daha sonra bağlanan bu demetin adına “yavru” denir.
Sarmacı ustası ayrıca zare tellerden oluşan tepelik adı verilen demetleri yapıp hazırlar. Tepelik demetler süpürge yapımının ileri aşamasında, bağlayıcı ustası tarafından kullanılacaktır.
USTALIK İSTEYEN İŞ: BAĞLAYICILIK
Bağlayıcı ustasının, yaklaşık bir sandalye eninde, arkalığı ise sırt hizasında olan, yan destek tahtaları dirseklere hafif temas eden ahşap bir koltuğa benzeyen oturarak çalıştığı bir tezgahı vardır.
Bu tezgahın sağ tarafında süpürge başını boğmaya yarayan çelik telin bağlandığı bir çengel vardır. Bu çengele bağlı olan çelik telin boyu yaklaşık olarak bir insanın kasığı ile ayağı arasındaki mesafe kadardır. Çelik telin diğer ucunda da “tak tak” veya “ayakcak” adı verilen üzengiye benzer tahtadan bir aparatı vardır. Bu düzenek bir çeşit ayak mengenesidir ve süpürgeciliğin önemli bir tezgahıdır.
Sarmacı ustasının hazırladığı “yavru” adı verilen demetler bağlayıcı ustasına gelir. Usta öncelikle iki yavruyu birleştirir. Bunun için tepelerinden tezgahın çelik teline bir sıra sarar, sonra ayağına takılı olan ayakcak tahtasını ileri doğru iter. Bu durumda çelik tel, sarılı olduğu süpürge başını sıkıştırır.
Bağlayıcı ustası, bu vaziyetteki boğulan yeri iple bağlar. Daha sonra semercilerin de kullandığı kesici tarafı içe doğru eğri olan özel bıçakları ile sapın dip tarafını ve yanlardan çıkan uçları tıraşlayıp düzeltir. Alt tarafından da bağlı olan süpürgenin bu durumuna “taslak” denir.
KOLAY YAPILMIYOR BİR SÜPÜRGE
Satıcıya beş-on lira verip aldığımız bu temizleme aracına “süpürge” deyip hafife almayalım. Gördüğünüz gibi, kullanılabilir hale gelmesi için pek çok işlemlerden geçiyor bir süpürge. Devam ediyoruz.
Süpürge taslak haline getirildiğinde iki yavrudan “çatal süpürge” meydana gelmiştir. Sürecin devamında birbirine bağlanmış bu iki süpürge yavrusunu bağlayıcı ustası bacaklarının arasında baş tarafı yukarı gelecek şekilde sıkıştırıp tutar. Zareden oluşan bir demet tepelik alarak dip tarafını bıçakla düzeltir. Bacakları arasında tuttuğu çatalın üzerine zare demetini sap tarafı aşağıya gelecek şekilde tutarak ikiye ayırır. Ayırdığı her demeti de şemsiye telleri gibi açar. Bu telleri aşağıya doğru büker. Bu duruma süpürgecilikte “çevirme” denir. Demetin üst tarafına da tokmakla vurup sıkıştırır. Gövde bölümünü de iple sıkıştırarak kolayca çözülecek bir şekilde bağlar. Bunun nedeni bir sonraki aşamada süpürge işine devam edecek olan ustanın bağı kolaylıkla çözmesini sağlamaktır.
Bu halde süpürgenin çevirme işi bitmiş, taslak tamamlanmıştır. Taslağı bir kenara bırakıp, devam etmek için başka bir yavru alır.
SİMDİ DE BAŞINI BAĞLAYALIM SÜPÜRGENİN
Sıra baş tarafın galvaniz telle bağlanmasına gelmiştir. Bunun için hazır bir taslak alınır. Yine tezgahın çelik teli yardımıyla baş tarafın istenilen yeri sıkıştırılır. Böylece süpürgenin sıkıştırılan yeri mengeneye sıkışmış gibi büzüşür. Bu bölüme galvaniz tel sarılarak bir düğüm atılır ve tel koparılır. Şunu belirtmekte fayda görüyorum. Bağlayıcı ustası teli dolayıp sardıktan sonra öyle bir hareketle teli koparıyor ki kopardığı tel değil de pamuk ipliği zannedersiniz.
Telin dışarıda kalan ucu da “çatal biz” denilen alet yardımıyla süpürgenin iç tarafına itilir. Usta teli gerdiren ayağını çeker, tezgahın çelik teli gevşer ve sarılı olduğu süpürge başından çıkar. Süpürgenin baş tarafı böylece alt kısmından boğdurularak galvaniz telle sıkıca bağlanmıştır.
Daha sonraki aşamada yine bağlayıcı ustası taslak süpürgeyi tepesinden tutar. Alt tarafındaki bağlı olan ipleri söker. Bu durumdaki süpürge alt tarafa doğru genişleyen bir piramit şeklindedir.
Usta, zare telleri ve yavru demetleri birlikte ikiye ayırır. Ayrılan her bölüm alt kısımdan tekrar iplerle bağlanır. İkiye ayrılan bacakların diplerinden tak tak tahtası ile sıkıştırılarak galvaniz tel ile her iki tarafından bağlanır.
Süpürgenin bu hali iki bacağını açmış insana benzer. Bağlayıcı ustasının bu işlemleri bir anlamda sarmacının hatalarını da kapatırmış. Bu işlemle iki yavru süpürge birleştirilmiş olur ve dikme aşamasına hazır hale gelir. Yukarıdan da anlaşılacağı üzere bağlayıcı ustasının süpürge imalatı sürecindeki rolü oldukça önemli ve zahmetlidir. Öyle ki, biz çekim yaparken dikkatimizi bağlayıcı ustasının terini büyük bir havlu ile durmadan silmesi çekti. Ağustos sıcağında çalışan bu insanlar karşımızda tam anlamıyla “alın teri” dökmekteydiler.
SON İŞLEM: SÜPÜRGENİN DİKİLMESİ
Bu aşamadan sonra süpürgenin dikilmesine geçilir. Dikme işi çuvaldız kullanılarak naylon veya pamuk ipliğiyle gerçekleştirilir. Dikme işini yapacak olan usta, kendisine ulaşan süpürgelerin alt tarafındaki iplikleri açar, el mengenesinde sıkıştırıp yelpaze duruma getirir. Son olarak da tokmakla vurup daha düzgün hale gelmesini sağlar.
Bu mengene, demircilerin veya tornacıların kullandığı tipte bir alet değildir. İki sağlam tahtanın uçlarından sicimlerle sıkıca bağlanarak arasında kalan süpürge tellerinin sıkıştırılmasından ibarettir. Esasen bunun bir diğer adı da “falaka”dır. Mengene seri hareketle bir tarafından açılır. Araya taslak süpürge sokulur. Açılan tarafı tekrar kolay sökülecek bir şekilde sıkıca bağlanır. Süpürge telleri falakada sıkıldığında, enlemesine yelpaze gibi açılır. Usta bu şekilde açılmış süpürgenin sapına yakın yerinden yatay biçimde dört ila beş sıra dikiş atar. Daha sonra süpürgenin alt tarafı mengene açılmadan o vaziyette makasla kesilerek düzeltilir. Bu durumdayken süpürgemiz kullanıma hazırdır artık.
Son zamanlarda elle dikme yerine makineler kullanılmaktadır ve bu şekilde bir ustanın saatlerce uğraşarak yaptığı işi makineler çok daha kısa sürede bitirmektedirler. Süpürgelerin saplı süpürge, sapsız süpürge, çalı ve toz süpürgesi olarak çeşitleri bulunmaktadır. Saplı süpürgeye “sırık süpürge”si de denmektedir, saplı olup da küçük olanlarına ise “tavan süpürgesi” denir.
TÜCCAR MIYIZ, ESNAF MIYIZ?
Edirne Süpürgeciler Borsası 1957 yılında esnafın örgütlü bir yapıya kavuşması için açılmış ve borsa ilk açılışında 400-450 tüccara hizmet verecek şekilde tasarlanmış. Bugünkü durumda ise borsa haftada bir defa 10-14 tüccarla açılıyor ve kapanıyormuş. Bizim bu söyleşiyi yaptığımız sırada borsanın girişindeki duyuru panosundaki yazıda süpürge teli kilogramı için 2.36 TL ile 3.99 TL arası fiyatlarla açılmış ve 3.11 TL ile kapanmıştı.
Bir süpürgede ortalama 600 gr. süpürge otu teli kullanılırmış. Bu hesaba göre bir kilogram ham süpürge telinden 1,5 süpürge üretiliyor demektir. Konuştuğumuz ustalar sabah 7’den akşam 7’ye kadar çalışıp 20 TL yevmiye aldıklarını söylüyorlar. Dahası bir süpürge teli, 6 farklı kişinin elinden geçiyor. Bir günde en fazla 100 adet süpürge yapabildiklerini belirttiler. Tanesini de tüccara 3,5 TL’den satıyorlar ve süpürge başına 30-35 kuruş karları oluyormuş. Ayrıca burada belirtmekte fayda görüyorum. Süpürgeci ustalarının süpürge tellerini borsa aracılığıyla satın alması onları vergi yasalarına göre “tüccar” sınıfına sokuyormuş.
BAŞLARINI KAŞIYACAK ZAMANLARI YOK
Bize göre hiç biri tüccara, ne görünümleri ile ne de maddi yönleri ile en küçük benzerlik göstermiyorlardı. Ticaret erbabı olarak ele alındıklarından alın teri göz nuruyla zor şartlar altında üretim yapmaya çalışan bu insanlar küçük esnafa uygulanan vergilendirme yerine tüccar sınıfına giriyorlarmış.
Ayrıca bu durumun yalnızca Edirne süpürgeci esnafına mahsus olduğunun da altını çiziyorlar. Oysa ülkemizde Tokat, Balıkesir, Ödemiş, Yenişehir (Bursa), Çarşamba ve Adapazarı gibi il ve ilçelerdeki süpürgeciler küçük esnaf gibi vergi veriyorlarmış. Edirne’de konuştuğumuz ustalar bu durumdan oldukça dertliydiler ve bunu her fırsatta dile getirdiler.
Edirne Süpürgeciler Borsası şehrin dışında şirin bir yerdeydi. Burada hem süpürge teli satışı yapılıyor, hem de borsanın içinde süpürge imalatı yapan işyerleri bulunuyordu. 15 yıl önce 350 süpürge tüccarı (ustası) varken bugün geriye 11 tüccar kalmış bulunuyor.
“Tüccar” diyoruz çünkü yukarıda bahsettiğimiz yanlış uygulama günümüzde de olduğu gibi devam etmektedir. Yılmaz usta ve yanında çalışan İsmail, Erol ve Mehmet ustalar sorularımıza yanıt verirken dahi çalışmaktan yüzümüze bakacak zamanı bulamıyorlardı.
Zaten işlevini yitiren borsanın bir bölümünü de sebze-meyve hali olacak şekilde düzenlemişlerdi. “Biz bu mesleği babamızdan öğrendik ama biz çocuklarımıza öğretmeyeceğiz” diyor ustalar ağız birliği etmişçesine.
SONRASINI DÜŞÜNMEK BİLE İSTEMİYORLAR
Yılmaz ustanın söylediği sözler yüreğimizi hala sızlatıyor. “Ben bu mesleği en fazla 3-4 yıl daha yapabilirim. Sonrasını düşünmek bile istemiyorum” diyor. Bu kadar karamsar ve umutsuzluk içinde bulunan bu insanların bizi sıcacık tebessümleriyle karşılayıp aynı güzellikte uğurlamalarına şaşmamak elde değil.
Sanırım yaptıkları süpürgeler bir yandan tozları ve çöpleri temizlerken bize gösterdikleri sevgi ve ilgi de bir anlık da olsa yüreğimizde onların geleceği için duyduğumuz endişeleri süpürüyordu.