Evlerimizin başköşesindeki o sihirli kutular da gitti
Bilinen ilk radyo programı yayını 1906’da Noel gecesinde gerçekleştirildi. 1907’ de Berlin ile Kopenhag arasında bir söz iletimi olarak, 1910’da ABD’de müzik, 1914’te Belçika’da bir konser iletimi ile devam etti.1921’de General Ferrie, Eiffel kulesinden denemelere, daha sonra da düzenli radyo yayınlarına başladı.
Bu dönemde radyo yayınlarının gücü birkaç kilowatı geçmiyordu.
Daha sonra 1925’lerde piller ve akümülatörlerle beslenen “triyot” lambalı alıcılar ve 1930’larda da doğrudan elektrik enerjisiyle çalışan alıcılar ortaya çıktı. Yarı iletkenli ve transistörlü alıcılar ise ancak 1955’ten sonra gelişip yaygınlaştı.
Radyo yayınları uzun dalga, orta dalga ve kısa dalga olmak üzere üç frekans bandında yayınlanırlar. Lambalı radyolardan transistörlü radyoya geçiş 1947’de transistörün icat edilmesinden sonra gerçekleşti ve bu sayede elektronik cihazlarda bir devrim yaşandı. 1960’lı yılların başından bu yana da alıcı ve verici donanımlarının minyatürleşmesi ile bireysel dinlemelerin yanında, o zamanlar radyo için büyük yenilik sayılan dinleyici topluluklarına seslenme olanağı sağlandı.
RADYOLAR GEZMEYE ÇIKIYOR
Transistörlü radyoların devrelerinin küçülmeleri ile radyolar da her yere taşınabilir hale getirildi. Gerçekten de lambalı radyolar büyük ve hantaldı. Yüksek enerji sarfiyatına neden oluyor ve yayınları almak için de anten direkleri arasına bakır kablo çekilmesini gerektiriyordu. Bu nedenle de alanlara çamaşır ipi gibi kablolar geriliyordu. Transistörlü radyolarsa istenilen küçüklükte yapılarak cebe veya kol saatlerine dahi monte edilir hale geldi. Öyle ki artık içinde radyosu olmayan cep telefonu bile kalmadı. Aralarındaki büyük boyut farkını göz önüne alırsak lambalı radyoların Sezen Aksu’nun şarkısında olduğu gibi çatıya saklanmasını yadırgamamak gerek. Günümüzde televizyon kadar olmasa da radyo halen geniş topluluklarla doğrudan iletişimi sağlayan, kitlelerin hareket ve düşünceleri üzerinde doğrudan etkili olan bir araçtır.
1975 Cenevre sözleşmesiyle frekansların birbirine karışmaması için frekans bandı sınırı getirildi. Frekans modülasyonlu radyo yayınları, hala üzerinde çalışılan Stockholm planına bağlıdır. Yurdumuzda ise ilk radyo yayınları 1927 yılında Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketince İstanbul ve Ankara’dan yapıldı. Gücü ise sadece 5 Kilowattı. Radyo yayınları 1937 de bir yasayla PTT’ye,1964’te de TRT’ye devredildi. Radyo yayınlarının kısaca tarihçesine değindikten sonra şimdi lambalı radyolara geçelim.
LAMBALI RADYOLAR
Yayın alma ve vermedeki teknoloji insanlık tarihine kıyasla çok kısa bir sürede baş döndürücü gelişmeler kaydetti. Aynı anda bir çok yayın arasından istenileni seçme öncelikli işlerin başında geliyordu.1904’te Ferrie, elektrolitik algılayıcıyı keşfetti. Bunu İtalyan mucit Marconi’nin manyetik algılayıcısı izledi. Duyarlılık alanında en önemli keşif ise galenli algılayıcıların bulunmasıdır. ABD’de elektrotlu triyot lambasının ardından bunun yerini geri beslemeli triyot lambası aldı. Son olarak da lambalı yükselteç icat edildi. Lambalı radyonun doğuşu ve gelişmesi kısaca böyle olmuştur.
LAMBALI RADYOLARIN TAMİRİ
Radyo, alıcı ve verici olmak üzere iki kısımdan oluşur.
Radyo alıcısı, elektrik trafosu veya pil, anten alıcısı, yükseltici ve bas ses kısımlarından meydana gelir. Tamire getirilen bir lambalı radyo tamircisi ilk olarak radyonun lambasının yanıp yanmadığına bakar. Lamba yanmıyorsa bunun bozulmuş, kullanılamaz hale gelmiş olup olmadığını anlamaya çalışır. Henüz kullanılma ihtimali varsa o zaman lamba ile duy arasında enerji akışını engelleyen kir pas, nemlenme, oksitlenme gibi geçici pürüzleri temizler.
Lamba bozulmuşsa değiştirir. Ancak her radyonun lambası birbirine uymaz. Uygun lambayı bulmak oldukça zor olabilir.
Radyoların statik tamirinde ise en çok çıkan arızalar şunlardır; radyonun kasasında oluşacak kırık veya çatlaklar, kadran camının kırılması, kadran ipinin kopması, istasyon ve ses düğmelerinin kırılmaları veya kaybolmalarıdır.
RADYONUN CAN DAMARI: ANTEN
Radyonun mekanik tamirinde ise elektrikli parçaların arızalarını bulmak ustanın hayli zamanını alır. Statik arızaların aksine bunlar gözle görünür arızalar değildir.
Önce radyonun fişini prize sokarak devrelere elektrik verilir. Bu aşamada avometre, ommetre ve sinyal jeneratörü gibi ölçüm aletleri ile radyonun elektrik şemasına göre devrelerin bağlantılarının kontrolleri yapılır.
Lamba bacaklarının durumu, devrelerin lehim bağlantıları, oksitlenmeler araştırılır. Bu aşamada sinyal jenaratörü ile de bağlantılar tek tek kontrol edilir.
Arızaya sebep olan oksitlenmeler sıfır numara zımpara kağıdı ile temizlendikten sonra tinere batırılmış pamukla da silinerek temassızlık giderilir.
Radyolarda sık rastlanan bir arıza da lambaların bacaklarının, fazla ısınmadan dolayı lehimleri eritip devreyi kesmesidir. Rezistanslarda da fazla ısıdan lehim çözeltisi olacağından, çözelti olup olmadığına bakmak gerekir.
Lambalı radyo tamirinde şunu unutmamak lazım: Elektrikle çalışan hangi ses cihazı olursa olsun muhakkak ki cihazın çalışma devrelerini gösterir şeması ile kontrolü yapılmalıdır. Radyoların tamirleri bu işlemden sonra yapılmalıdır.
CANKURTARANLIK DA YAPARDI ANTEN
Devamlı olarak değişik istasyonlar aranırken sürtünme ve ısı değişimlerinden dolayı radyonun kadran ipliği de en fazla yıpranan ve kopan parçadır.
Radyolarda anten de çok önemlidir. Radyonun fişi prize ters takıldığında antene elektrik geçerdi. Bunu önlemek için de topraklama gerekirdi. Topraklamada halk arasında en çok kullanılan yöntem ise radyonun toprak hattından gelen kablosunu su borusuna bağlamaktı. Anten aynı zamanda yağışlı havalarda yıldırımın anten teline çarparak yüksek elektrik akımını radyonun ilkel topraklama düzeneği ile toprağa vermek ve radyonun yanmasını önlemekti. Topraklanma ayrıca enerjinin fazla gelişini dengeler ve şaseye geçen elektriğin insana zarar vermesini engellerdi. Özellikle lambalı radyolarda manyetik dalgalarla beraber, anten devresine giren yabancı dalgaların filtre edilerek toprağa aktarılması gerekirdi. Fişi her seferinde doğru takmanın bir yolu da prize ve fişe işaret koymaktı.
Anten kurmak için oldukça yüksek bir yere üç direk dikilir ve bu direklere de 75 Om’luk örgülenmiş bakır telden ekstra anten teli çekilir. Bu durum havadaki elektro dalgalarının daha fazla alınması sağlar. Aksi halde dalga boyları antene az temas ederse radyoya manyetik dalga zayıf geleceğinden ses verimli çıkmazdı. Anten için tel altı veya on iki metre uzunlukta çekilmelidir. Vericinin yakınlığı ve uzaklığına göre de ses değişir.
GELECEĞİN RESSAMI ANTENCİLİK OYNUYOR
O yıllarda yeni aldığımız radyo için evimizin bahçesine anteni ben çekmiştim. Bahçeyi plastik kaplaması soyulmuş kablolarla örümcek ağı gibi donatmıştım. Şam radyosunun belli saatlerde yaptığı Türkçe yayınlarını ancak bu antenle dinleyebilirdik.
Radyo tamirlerinde, elektrik kontrol kalemi, çeşitli tornavidalar, yan keski, karga burnu, cımbız, eğe, küçük çekiç, doğru akım güç kaynağı, avometre, sinyal jeneratörü, lehim havyası, ommetre, pense en çok kullanılan aletlerdir. Lambalar, rezistanslar, kondansatörler ve diyotlar ise en çok kullanılan malzemelerdir.
SİHİRLİ BİRER KUTUYDU O LAMBALI RADYOLAR
“Radyolu günler”den unutulmaz bir motiftir lambalı radyolar… Büyük, ahşap mobilyalı modellerle başlayıp, zamanla ebonit kasalı, daha modern tiplerine kadar pek çok modelle geçmişin günlerini renklendiren sihirli birer kutuydu her biri. Rahmetle andığım babaannem “oğlum bu radyonun içindeki insanlar ne yer ne içerler” diye hep merak ederdi.
En ilginç özelliklerinden biri açılışıydı lambalı radyoların. Düğmesine basar basmaz ses gelmez, lambaların ısınması gerekirdi. Bu nedenle radyoyu açıp başka bir işe dalmışsanız aniden yükselen sesle irkilir, kimi zaman şaşırırdınız.
Ebonitin, ahşabın, ısınan elektronik parçaların ve tozun bileşiminden oluşan kendine özgü bir kokusu da vardı lambalı radyo günlerinin.
İlkel olarak tanımlayabileceğimiz ilk radyolar için lamba radyonun kalbidir. Nasıl ki kalbi olmayan canlı yaşayamazsa, lambasız radyolar da çalışmazdı. Lambanın yanışı her şeyden önce radyonun arızasız olduğunu, çalışmaya hazır olduğunu gösterirdi. Lambalar dalgaları sese dönüştüren elektrik enerjisini sağlardı.
Lambalı radyo şiirlere şarkılara da konu olmuştur. İşte Işın Karaca’nın “Lambalı Radyo” şarkısından bir dize:
“Ne yazık başka mutlu bir kanal yok
Bu kırık dökük lambalı radyoda…”
Transistörlerin gözle görülemeyecek kadar küçülmesi ile birlikte radyo alıcıları da kol saatinin içine kadar girdiler. Hal böyle olunca da lambalı radyolar Sezen Aksu’nun dediği gibi çatıya saklandılar. Utandıklarından değil elbette saklanmaları. Bir zamanlar baş tacı ettiğimiz bu kutuları bir köşede unutup yüzlerine dahi bakmadığımızdan. Evlerimizin başköşesinde nakışlı örtüler içinde kurulup oturan o ses sihirbazları kutular evlerimizden çıkıp gittiler. Hem de bir daha dönmemek üzere gittiler. Kendilerinden önce gidenler gibi. Ancak onlara bazen umulmadık yerlerde rastlıyoruz. Eski bir dostumuzu görmenin duyguları içinde, derin bir iç çekmeden de yapamıyoruz. O günleri yaşayan birinin böyle durumlarda iç çekmemesi mümkün mü? Bu gün hayatta olan veya olmayan kaç sanatçının sesini bizlerle buluşturup kimleri ağlatıp kimleri güldürmüşlerdi kim bilir. Çatıya saklanmayıp anlatabilselerdi yaşadıklarını.
BALAT’TA BİR RADYO TAMİRCİSİ
Tanıdığım son lambalı radyo ustası Nusret Berişa idi. İstanbul’da Balat semtinde radyo tamirleri yapardı. Dükkanının girişi bir buçuk metre kadar ya var ya yoktu. Tamir için randevu almadan gidemezdiniz.
Daha önce tamire gelen bir lambalı radyonun dükkandan gitmesi gerekti, çünkü dükkanında yeni gelecek olanlara yer açılmalıydı. Raflar tavana kadar radyo ile doluydu. “İşte şu radyoyu sahibi 2 yıl önce getirdi, yaptım ama gelip almıyor” demişti bana. Bunun gibi birçok radyo vefasız sahipleri yüzünden Berişa’nın raflarında alınacağı günü bekliyordu. Onlar gitmeliydi ki tamire gelecek olan lambalılara yer açılsındı. Hatice yengem meraklı oluşumdan olsa gerek amcamdan kalan lambalı radyosunu bana vermişti. Çalışmıyordu ve çok yıpranmıştı. Tamir edecek bir ustasını arıyordum. Nusret Ustayı lambalı radyo merakı olan bir arkadaşım vasıtası ile tanıdım. Randevu alıp radyoyu ona götürdüm. Yıllarca konuşmayan radyoyu konuşturmuştu Nusret usta. Yalnız uzun dalganın lambasını bulamadım demişti. Elindeki uzun dalga ses lambaları bu radyoya uymamıştı. Kısa ve orta dalgasını yapmış, dışını da güzelce temizleyip vermişti. Bu işler için eski sahipsiz radyoların parçalarından faydalanıyordu.
Nusret Ustayı sekiz senedir görmüyorum. Tanıdığımda yaşı seksenin üzerindeydi. Onunla ilgili aldığım son habere göre oğlu onu doğup büyüdüğü Yugoslavya’ya götürmüş. Dükkanını da kapatmışlar. Nusret ustayı ve dükkanındaki radyoları merak ediyorum. Radyolarım bozulursa kime gideceğimi de düşünmüyor değilim. Umarım eski radyolara hayat veren usta hala yaşıyordur. Yaşıyorsa Allah ona sağlık içinde uzun ömürler versin.