İnsanlara çocukluğunu yeniden yaşatan bir meslekti
NİYETÇİLİK
Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu
Büyük Larousse Ansiklopedisi niyeti, bir kimseyi bir amaca ulaşmaya iten düşünce, tasarı, bu amacın kendisi diye tarif ediyor. Niyetçilik de “içinde niyet (Mani veya fal) yazılı kağıtları bu iş için alıştırılmış tavşan, güvercin gibi hayvanlara para karşılığı çektirme ve bu yolla kazanç sağlama işi” diye tanımlanıyor.
Biz bu yazımızda artık son nefesini alıp veren niyetçilik mesleğini dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışacağız.
Yaşı ellilerin üzerinde olanlarımız çok iyi hatırlarlar. Yoğun olarak yaşadığımız yerlerde(bu cümleyi kaldırsak; pazarlarda,cami önlerinde mesire yerlerinde, kalabalık caddelerde diye değiştirsek olurmu) , piknik alanlarında, sıkça olmasa da rastlardık onlara. Katlanıp açılan sehpa üzerindeki rengarenk sandıkların içindeki odacıklardaki (odacıklarda tuttukları)güzelim güvercinlerine ve tavşanlarına meraklılarına niyet çektirirlerdi.
Kuşlar, odacıklarının tel kapıları açılınca önlerindeki itinayla istiflenmiş niyet kağıtlarını gagalarıyla nasıl da çıkarıp verirlerdi niyetçiye.
Hani derler ya “Fala inanma, faldan da geri kalma”. Hayatınızda ilk defa gördüğünüz bu hayvanların sizler için çektiği niyetleri kim merak etmezdi ki.
Genç sevgililer, aileler, her yaştan insanlar… Hepsi de, inansalar da, inanmasalar da bir hayvanın kendileri için çekip verdiği bu niyet kâğıdında yazılanları hep merak etmişlerdir.
En çok da çocuklar merak ederdi. Zaten onların ilgisi değil midir anne babalara niyet çektiren?(anne babaları niyet tezgahının önüne getiren)
Yakın zamana kadar İstanbul’da Mısır Çarşısı yanındaki çiçekçiler pazarının girişinde görürdüm ihtiyar niyetçiyi. Sonra birden kayboldu. Sanki sihirli bir el ona değmiş de görünmez yapmıştı.(Bu cümleyi röportaja aldım.Bir de orada oku.Olmazsa burada da kalabilir)
Niyet Sandığı
Niyet sandıkları yaklaşık olarak eni boyu 40 cm. derinliği ise 23 cm. olup marangozlar tarafından yapılırdı. Sandık 3 eşit odacığa bölünür. Bunlar, niyet çeken hayvanların odalarıdır.
Hayvanların kaçmaması için de, odaları telden kapılarla ya da ince çıtalarla kapatılır. Niyet çeken hayvanın kapısı açılır ve görev tamamlandıktan sonra kapatılır.
Sandığın ön tarafı genelde niyet çeken hayvanlar görünsün diye bahçe çiti gibi ince çıtalardan yapılır. Daha sonra bu çıtalar rengarenk boyanır. Genellikle uzaktan bakıldığında dikkat çeken renkler seçilir. Sarı, kırmızı, turuncu, lacivert ve yeşil gibi.
Sandığın alın tarafının üst kenarına bir çıta çakılır. Bu çıtaya evcilleşen güvercinler tünerler.
Sandığın üzerinde durduğu sehpa ise açılır kapanır olup yüksekliği 80 cm. kadardır. Açılır kapanır olması kolay taşınması içindir. Sağlam ağaçtan yapılmalı ve üzerine konulan sandığın ağırlığını taşıyabilmelidir. (Sehpa)İş bitiminde kapatılır omuza takılır (Niyetçi işi bittiğinde sehpasını kapatır omzuna takar , sandığını da eline alır evinin yolunu tutar desek nasıl olur)
Niyet çeken hayvanların eğitimi
Güvercin ve diğer niyet çeken hayvanların eğitimi ise epeyi bir uğraş gerektirir. Önce odacıkların önüne yem bırakılır. Hayvanlar kapılarının önüne bırakılan bu yemleri yemeye alışırlar. Daha sonra niyet kâğıtlarının arasına yem bırakılır.
Hayvanlar bu defa niyet kâğıtlarının arasından bulup yerken niyet kâğıtlarına alışırlar. Bu uğraşı epeyi bir zaman ve sabır isteyen bir iştir. Son olarak da yalnızca niyet kâğıtları vardır artık önlerinde.
Kapıları açıldığında önlerindeki kâğıtların arasında yem var zannederler ve kâğıtları gagalarlar. Bu arada niyet kâğıtlarından da çıkarırlar.(Burayı anlayamadım. Bir eksiklik var gibi)
Niyet çektiren kişiler, gagalanan kâğıdı alırken: “Ne ise hâlim o çıksın falım,” diyerek açıp okurlar. Niyeti okuyan kişilere dikkat ederseniz hep şu sözleri duyarsınız “Ah, ne kadar da bana uyuyor.”
Her güvercinden niyetçi olmaz
Şunu belirtmekte fayda vardır. Her güvercinden niyetçi olmaz. En makbulü Mardin taklacı güvercinleridir. Koyu mavi, açık mavi, dumanlı Arap, tamamı beyaz yada siyah, siyah beyaz renkleri olan bu güvercinler saklambaç oyunlarının yanı sıra havada uçarlarken takla atmaları ile de ün yapmışlardır.
Eşsiz güzellikte olan bu paçalı güvercinler Mardin ilimizle özdeşleşmiş olup sanki Mardin’in simgesidirler.
Macar cinsi güvercinler, Akdeniz güvercinleri (zırhlı ve aynalı ), kısa gagalı Komaneskiler, Diyarbakır ve Şanlıurfa güvercinleri gibi bu illerimizin adıyla anılan güvercin çeşitleri de bulunmaktadır.
Dilerseniz yazımıza belki de bu mesleğin son temsilcisi olduğunun kendisi de farkında olmayan Ahmet ustayla yaptığımız söyleşiyle devam edelim.
Yaşamın acımasızlığında son niyetçi Ahmet usta
Fevzi Günenç (Neden Fevzi Günençi yazdın) Bence bu yazıyı bölme devamı gibi olsun)
Yakın zamana kadar İstanbul’da Mısır Çarşısı yanındaki çiçekçiler pazarının girişinde görürdüm ihtiyar niyetçiyi. Sonra birden kayboldu. Sanki sihirli bir el ona değmiş de görünmez yapmıştı .Yıllar varki niyetçi ye rastlamamıştım.
Bu yüzden Onu İstanbul’da Gülhane Parkının içinde Arkeoloji Müzesine giden yolun kenarında gördüğümde gözlerime inanamamıştım. Hayal değil gerçekti. Bu niyetçinin güvercini yoktu. Sandığın en üstünde kabadayı bir tavırla duran ve sonradan adının ‘Tophaneli’ olduğunu öğrendiğim paçalı bir horozu ile iki tane de süt beyazı tavşanı vardı.
Rengarenk boyalı niyet sandığının yanında bir İstanbul efendisi gibi duran niyetçinin adı Ahmet’ti. Yüzünde çile çeken insanların ifadesi vardı. Utangaç, güler yüzüyle buyur etti bizi.
Gördükçe hatırladığımız bir işti niyet çektirmek. Uzun yıllar görmediğimiz ama sonra birden bire karşımıza çıkan bir yakınımız gibiydi sanki. “Birer niyet çektirelim,” dedim eşime.
Niyetçi, tavşanın telden kapısını açarak “Hadi kızım benim, çek bakalım ağabeyine bir niyet” dedi. Tavşanın çektiği niyette yazılanlar, içinde bulunduğum duruma uyuyordu.
“Sana bir müjde var. Yakında çok sevineceksin. Bugünlerde ne işe atılsan başarılı olacaksın. Beklentin maldansa, geç de olsa eline geçecek.” diye yazıyordu kâğıtta.
Eşim ise niyet sandığının üstüne tünemiş olan paçalı horoz Tophaneli’ye çektirdi niyetini. Tophaneli, niyetçi Ahmet’in uzattığı katlanmış kâğıt parçalarından birini gagaladı verdi.
“Eski dargınlıkları bir kenara bırakıp sevdiklerinizle yeniden dostluk kurmaya bakın. Sizin gücenmenize sebep olan, yaptıklarına pişman. Sizden özür dilemek için fırsat arıyor.” Tesadüf bu ya, o niyet de yerini bulmuştu. Gel de inanma.
Kaybolan mesleklerle ilgili bir yazı yazmak istediğimi söyledim. Sorularıma cevap verip vermeyeceğini sordum. “Memnunlukla veririm” dedi. Sormaya başladım:
– Nerelisin Ahmet usta?
– Konya Akşehir…
Akşehirli olduğunu duyduğumda “bu ne güzel bir tesadüf” dedim. Lisedeyken Akşehirli bir arkadaşım vardı. İçtenlikli iki arkadaş olmuştuk giderek. Ondan dinleye dinleye insanlarını çok iyi tanımıştım oranın. Bir yaz tatilinde arkadaşımın o güzel ilçesine gitmiştik birlikte.
Nasreddin Hoca’nın torunlarıydı sanki hepsi. Onun gibi nüktedan, güler yüzlüydüler. Kavgacı değillerdi. Tüm sorunlarını güzel güzel konuşarak çözümlerlerdi. Topraklarına bağlıydılar. Bu yüzden Ahmet ustanın o güzel kasabadan ayrılıp büyük şehre göçmesini yadırgadım. Onun da önemli nedenleri vardı mutlaka.
Mesleğe nasıl başladın Ahmet usta?
Akşehir’den 1977’de ayrılıp İstanbul’a geldim. Bir kaç gün boşta gezdim. Ne iş olsa yapmaya hazırdım. Mısır Çarşısının yanında bir niyetçi vardı. Bayağı da yaşlıydı. Ona sordum: “Bu işi ben de yapabilir miyim?” Sanki krallığını devam ettirecek bir şehzade arıyordu.
“Yapabilirsin, çabuk öğrenirsin” dedi. Onun yanında epeyi durdum. Seyrettim. Niyetçiliğin nasıl yapıldığını öğretti. Önce bana bir kuş, iki de tavşan verdi. İşe bunlarla başladım. O gün bu gün derken 30 yıl geçti gitti aradan.
Ahmet usta hiç saklamıyor meslek sırrını. Ustası de kendisinden saklamamış. O da birileri daha bilsin, öğrensin, niyetçilik mesleği ölmesin istiyor sanki. Hayvanları nasıl eğittiklerini anlatıyor bize uzun uzun.
– Niyet kâğıtlarının içinde yazılanları nereden, nasıl buluyorsunuz?
– Gazetelerdeki fallardan derliyoruz. Sonra da onları küçük matbaalarda ucuz yollu bastırıyoruz. Belli şeritler halinde kesilen bu kâğıtları itinalı şekilde katlayıp bu hale getiriyoruz. Sandıkta azaldıkça yerine yenilerini sıkıştırıyoruz. İnsanların beğeneceği, mutlu olacağı, herkese uyabilecek yazıları seçiyorum.
Senden başka bu işi yapan var mı İstanbul’da?
– Ben hiç niyetçi görmedim ama çok zabıta gördüm. Onlarla başım dertte. Bazen aniden çıkıyorlar karşıma. Sandığımı, hayvanlarımı nereye saklayacağımı bilemiyorum.
– Niyetçilik yapmana izin vermiyorlar mı? Hani simitçilere, kestanecilere, mısırcılara verilen izinden size de verilemez mi?
– Hayır vermiyorlar. Onlar nasıl, ne şartlarda izinli çalışıyorlarsa bende onlar gibi izinli çalışmak istiyorum. Benden ne ad altında vergi alacaklarsa alsınlar. Yeter ki çalışmam için izin versinler. Suçlu gibi oradan oraya kaçmaktan yoruldum. Benim kimseye zararım olmaz, olamaz da. Aksine ülkemin turizmine katkım olduğuna inanıyorum. Turistler gelip niyet çektiriyorlar, benimle fotoğraf çektiriyorlar.
– Nasıl anlıyorlar niyette ne yazdığını?
– Tur operatörleri çeviriyor. Böylece ben de öğrendim çat pat yabancı dil. İngilizce, Almanca, İtalyanca… Tabii sadece bir kaç niyeti kör topal anlatacak kadar… Çabucak ısınıyorlar bana. Seviyorlar hayvanlarımı da, beni de. İnanır mısınız, çektikleri fotoğrafları gönderenler bile oluyor.
– Çocuklar da seviyordur herhalde niyet çektirmeyi?
– Evet, ama onlar daha çok tavşanlarımı, güvercinlerimi ve Tophaneliyi çok seviyorlar. Onlara dokunmak için yalvarırcasına izin istiyorlar.
– Niyetçilik hakkında ilgi çeken anılarınız var mı?
Birçok dergide benden bahsettiler. Fotoğrafımı yayınladılar, yazılar yazdılar. Özel TV’lerden beni konuk edenler oldu. Bazı lüks otellerdeki sünnet düğünlerine çağırıyorlar. “Oralardan aldığım paralarla geçiniyorum” desem yalan olmaz. Hayvanlarıma eziyet etmem, onlar benim ekmek kapım. Benim kimseye zararım olmaz. Bizim meslekte üzücü olay da olmaz. Hep tatlı anlar vardır. Çocuklar anne babalarıyla geliyorlar. Tavşanları seviyor, güvercinlere bakıp mutlu oluyorlar. Niyet çektirmeseler de anne babalar, çocuklarının hayvanlarla olan beraberliğinden mutlu olup bir-iki lira bırakıp gidiyorlar. Fotoğraf çektirenler de oluyor.
– Aileniz var mı?
-Eşim 16 yıl önce vefat etti. O günden sonra da evlenmedim. Çocuklarım Alanya’da yaşıyor.
– İşinizin iyi olması havanın iyi olmasına bağlı değil mi?
– Hava iyi olursa işe çıkarım. Kötü olursa evde oturur, varsa hazırdan yerim.
– Paçalı horozunu anlatsana.
-Tophaneliyi aldığımda yavruydu. 3 yıl oldu. Şimdi ben neredeyim Tophaneli orada. Beni bırakmaz. Köpek kadar sadık diyebilirim. Sinirlenince de çok güzel kavga eder.
Konuşma sırasında toparlanıp kuytu bir yere geçiyoruz. Ne oldu demeye kalmadan kaldırımda bir şeyler satan diğer işportacı Ahmet ustayı çaktırmadan uyarmış. Bu durumu ben fark etmiyorum tabii. Zabıtalar geliyormuş meğer browse around this web-site.
Ahmet ustayı yaşamın acımasızlığına bırakıp ayrılıyoruz. Yerel yönetimlerimizin de kaybolmak üzere olan böyle küçük sanatların son temsilcileriyle ilgili projeler geliştirmelerini, onlara daha toleranslı davranmalarını diliyoruz.