Geçmişini arayan meslek
Köşker sözcüğü dilimize Farsça’dan girmiştir. Aslı “kevsger” olan bu sözcük değişime uğrayarak önce “koşkar”a daha sonra da “köşker”e dönüşmüştür. Anlamı, yemeni dikicisi, ayakkabı tamircisidir.
Köşkerlik önemli el zanaatlarındandır. İnsan giyim kuşam eşyalarından hayvan koşumlarına kadar çeşitli sahalarda yaygın bir
kullanımı vardır. Bunlar; pabuçlar, çizmeler, postallar, çarıklar, terlikler, ayakkabı türündendir.
Bir dönemin en önemli meslekleri arasındaydı köşkerlik. Ne yazık ki, teknoloji karşısında yenilerek birçok güzel, soylu meslek gibi köşkerlik de artık tarihe karışıyor. Ömürlerinin önemli bir kısmını köşkerliğe adayan son köşkerler günümüzde adeta kan ağlıyor.
ÇARIK NEREDE YAŞIYOR?
Suni deriden ayakkabı yapan fabrikaların kurulması, özellikle de uzak doğu malı ayakkabıların ülkemize girerek piyasaları alt üst etmesi köşkerlik mesleğinin bitmesi konusuna son noktayı koyuyor. Bu ayakkabılar yıllara meydan okuyan köşkerlik mesleğine büyük zarar vermekle kalmıyor ayaklara da zarar veriyor.
Köşkerlerin ürettiği ayak giyeceklerinden biri de çarıktır. Osmanlı döneminde padişahından askerine, halkından uşağına her kesimin giydiği çarığın artık adı bile anılmıyor. Anadolu insanının yüzyıllarca ayağına giydiği çarık günümüzde sadece turistlerce süs eşyası olarak alınıyor.
Köşkerlerin çarık ürettiği yerlerin başında Kahramanmaraş ve Gaziantep ilimiz gelir. El emeği, alın teri bu çarıklar tamamen doğal malzemelerle yapılırlar. Adı geçen illerimizin köşkerleri, Büyük İskender, Harry Potter ve Truva gibi dünyada ve ülkemizde büyük hasılat yapan filmler için de yüzlerce çift çarık yapmışlardır.
Kahramanmaraşlı ve Gaziantepli köşkerler Almanya, İngiltere, İspanya’da açılan ayakkabı fuarlarından davetler alıyor ve üç beş firma birden bu fuarlara katılmaktadırlar.
Geçmiş yıllardan günümüze sadece çarıklar, sandallar kalmadı. Yemeni de köşkerlerin günümüze kadar taşıdıkları ayak giyeceklerindendir. Eskisine oranla gülünç denecek kadar azalan yemeni üretimini Türkiye genelinde yapan ustaların sayısı iki elin parmakları kadar azaldı.
SON KÖŞKERLE SÖYLEŞİ
Yemeni diken son köşkerlerden biri olan Şükrü Kılıç, yaptığımız konuşmada, sorularımıza şu yanıtları verdi.
– Bu işe kaç yaşında, nasıl başladın Şükrü usta?
– Eskiden bostancıydım. O işi sevmiyordum. Komşumuzda bir köşker vardı. Gelip geçerken dükkanının önünde dururdum. Onun kırmızılı siyahlı yemeniler, ayakkabılar dikmesini hayranlıkla seyrederdim. O ise beni görmezdi. Bütün dikkatini işine verirdi. Ha bire saplayıp dururdu bizini diktiği şeye. Bir seferinde göz göze geldik. Bana gülümsedi. “Bostancı Hayri’nin oğlu değil misin sen?” diye sordu. Başımı sallayarak onayladım. Konuşmasından cesaret almıştım. “Bu yemenileri ben de dikebilir miyim usta?” diye sordum. “Köşkerlik bostancılığa benzemez, zor iştir, yürek ister” dedi. Hemen atıldım: “Yürek mi? Bende yürek var” dedim. Güldü. “Börek de var mı? Akciğer, karaciğer?..” Alay etmesine bozulmuştum ama mesleği öğrenmeyi o kadar çok istiyordum ki, alınmadım. O gün ustayla anlaştık. Beni çırak aldığında 16 yaşındaydım.
– O yaştan sonra çıraklık zor olmuyor mu?
– Olması lazım ama ben köşkerliğe öylesine sevdalanmıştım ki, bana zor gelmedi. Kısa zamanda kaptım işi. Ustam benden çok memnundu. Zamanla köşkerlik önemini yitirmeye başladı. Köşker ustaları, kalfaları birer ikişer yok oluyordu. Ben direndim, kaldım.
– Kaldığına memnun musun?
– Aslında değilim. Memnunum dersem yalan olur.
– Köşkerliği bırakan arkadaşların ne yapıyor?
– Ayakkabı tamirciliği yapıyorlar.
– Kazanıyorlar mı bari?
– Benim çalıştığımın yarısı kadar çalışıp kazandığımın en az iki katını kazanıyorlar.
– Peki, arkadaşların bırakırken sen neden kaldın? Sen de bir onlar gibi yapamaz mıydın?
– Çıraklığa 16 yaşında girmiştim. 40 yaşında başka bir iş tutmayı göze alamadım. İnsan belli yaştan sonra bazı şeyleri göze alamıyor.
– Memnun olmadığın tarafları nelerdir köşkerliğin?
– Memnun olmadığım tarafı aslında işin kendisi değil, imkânları. Mesela şimdi ben 55 yaşındayım, hala biz sallıyorum. Bu yaşıma gelinceye kadar bir günlük bile sigortam olmadı. Hastalanınca özel doktora gidecek kadar çok kazanmıyoruz. Bir ara muhtarlıktan fukara kağıdı alıp yeşil kart edindim. Onu da elimden aldılar. Şimdi hastalansam ertesi gün açım.
– Daha kaç yaşına kadar çalışabilirsin?
– Bir on yıl daha çalışırım. O zamana kadar köşkerlik de tamamen batmazsa tabii.
– 65 yaşından sonra çalışamam diyorsun. Sosyal güvencen de yok. Nasıl geçineceksin?
– Bilmem, Allah kerim…
– Sigortalı olmak için patronunu sıkıştırsaydın keşke.
– Sıkıştırmama gerek yok ki… O sık sık sorar bana. “Sigortalı yapayım mı seni?” diye. “Yarın yaşlanınca ele ayağa düşersin” der. Ben istemiyorum.
– Niçin istemiyorsun?
– Yatırılacak sigorta bedelinin yarısı benden kesilecek. Aldığım ücretle zaten geçinemiyorum. Bir de sigortaya nasıl para artırayım?
– Ne kadar ücret alıyorsun ki?
– Çarık başına iki buçuk lira.
– Günde kaç çarık dikersin?”
– Sekiz-on tane dikerim.
– Ne kadar zamanda yapıyorsun bunu?
– 10-12 saatte.
– Yani o kadar çalışmayla ortalama 25-30 lira kazanıyorsun günde. Çok az değil mi?
– Az tabii ki.
– Hem de günde 12 saat gibi uzun çalışma yapıyorsun. Pazarları iş olmaz. Ayda 24 günde 600 lira filan geçiyor eline.
– Bizim iş böyle. İşime gelirse.
– İşine geliyor mu?
– Gelmiyor ama başka çare var mı?
Köşkerler alın teri döküp el emeği, göz nuruyla oluşturdukları çarıklardan işte bu kadar kazanıyorlar. Sigortaları bile yok. Üzülmemek elde mi? Tamamen el emeğine dayalı köşkerliğin getirisi, götürüsü böyle… Bir kentte kala kala üç beş köşker kalmış. Korkarım bu sayı Şükrü usta 65’ine varıncaya kadar sıfıra düşecek. İşte kaybolan mesleklerden birinin ve onu zor şartlarda yapmaya çalışan bir ustanın daha görünen sonu.
İKİ TABLOMA MODEL OLAN USTA
Şimdi de iki eserime model olan bir köşker ustasından bahsedelim.
Gaziantep’te Kalealtı civarında Yüzükçü Han’ın yakınındayım. Burası, taş yapılarıyla ve içlerindeki malların çeşidiyle dikkat çeken, kentin en eski iş yerlerinin bulunduğu bir yer. Haliyle trafiği de oldukça yoğun. Civar kasabalardan ve köylerden gelenler temel ihtiyaçlarını bu dükkanlardan alırlar. Getirdikleri malları da buralarda satarlar.
1992 yılı… Aylardan Temmuz. Öğlen sıcağı şehri kasıp kavuruyor. Arabayla bu trafiğin içindeyim. Kaldırımda gözüme bir köşker takıldı. Tipi, giysisi, renkleri, oturuşu ve duruşuyla tablo gibi bir şeydi. Yolun aşırı sıkışıklığından durup bakamadım. Film karesi gibi gözümün önünden geçip gitmişti. Giderken de bana “benim resmimi yap” diyordu. Bazı objelerin bana “benim resmimi yap” dediklerini duyar gibi olurum. O gece sabaha kadar o köşkerin resmiyle uğraştım durdum. Tan yeri ağarırken kalktım giyindim. Fotoğraf makinemi alıp kendimi sokağa attım.
Koşar adımlarla Kalealtı’na geldim. Köşkerin tezgahının kurduğu kaldırımın karşısına geçtim. Bulunduğum yerde ciğer kebapçısı vardı ve o da dükkanını yeni açıyordu. Selam verdim, dükkanının bir köşesine oturup köşker amcanın fotoğrafını çekeceğimi söyledim. “Buyur çekebilirsin. Yalnız o ihtiyar, fotoğrafının çekilmesinden hoşlanmaz, dikkat et seni görmesin” diye beni uyardı.
Fotoğraf makineme telemetreyi taktım. Onun tezgahına doğru netlik ayarını yapıp gelmesini bekledim. Çok geçmeden geldi, iş önlüğünü giydi, sandığını açıp örsünü, çekicini ve diğer aletlerini yerli yerine koyup kürsüsüne oturdu. Ben de makinemim deklanşörüne durmadan basıyorum. Mizansen yapsam bu kadar güzel görüntü yakalayamazdım. Bir ara bana baktığını farkettim. İşaret parmağını sallayarak beni uyarıyordu. Ben omzumu kaldırarak resmini çekmediğimi anlatmaya çalıştım. Bulunduğum yerden uzaklaştım. Neyse ki istediğim görüntüleri yakalayıp çekmiştim.
Fotoğrafını dahi çekilmesini istemeyen köşker amcadan üç yıl sonra “Köşker Memik-1995” ve “Köşker-1995” adlarıyla iki resim yaptım. 1996’da ise İstanbul’da bir sergi açtım. Daha sonra aynı sergiyi Gaziantep Büyükşehir Belediyesinin davetlisi olarak Gaziantep’e taşıdım.
Sergi günlerinden birinde gençten bir adam yanıma yaklaşarak “Üstat,” dedi “Siz benim babamın resmini yapmışsınız, ama adını yanlış yazmışsınız…”
Bu kişi meğer köşker Ahmet ustanın oğluymuş. Sergiye de tesadüfen gelmiş. Ben ona babasıyla aramızda geçenleri anlattım. Tablolarımın isimlerini de gelişigüzel yazdığımı söyledim. Genç adama babasının resminin olduğu serginin kitapçığından verdim gitti. Ahmet amca resmini görünce çok şaşırmış. Bir gün oğlu sergiye yine geldi. Meğer babası ona sıkı sıkı tembih etmiş. “Ben o insana yanlış yaptım. Git gönlünü al ” demiş. Oğlunun davetini kıramayıp kabul etmiştim. Daha sonra aramızda güzel bir dostluk oluştu. Gaziantep’e her gidişimde köşker amcanın yanına uğruyordum. Son gidişimde onu göremedim. Ne tezgahı ne de kendisi vardı. Onun kaldırımdaki yerine yandaki restorana kebap yemeye gelenlerin dört çeker lüks cipleri park etmişti.
Günümüzde köşkerler geçmişin ürünlerini modernize ederek varolmaya çalışıyorlar. Bu ürünler arasında ucu yukarıya doğru olan Osmanlı dönemi terliklerinin günümüze uyarlanmışları, ayak bileğine sırımlarla bağlanan çarıkların çeşitli renklerde ve modellerde olanları ve çizmeleri sayabiliriz.
Bütün bu ürünlerin yapımında doğal malzemeler kullanmaktadırlar. Burada şunu belirtmekte fayda var sanırım. Köşkerler, yemenici ustalarının aksine ürün çeşidi bakımından daha zengindirler. Bu çeşitliliğe her tür tamiratı da eklemeliyiz. Köşkerlik de, bakırcılık, sepetçilik, çömlekçilik, kutnu ve alaca dokumacılığı, yemenicilik, keçecilik, sedef kakmacılığı gibi benzer meslekler gibi hayatta kalması ülke turizmine kalmış mesleklerdendir.
Köşkerlerin kullandıkları araç gereçler özetle şunlardır. Kösele, deri, gınnap, çuvaldız, biz, çekiç, keski bıçağı, makas, örs, çekiç, balmumu, çiriş, ayakkabı çivisi.
Köşkerlerin dizlerinin altına kadar uzanan önlükleri vardır. Önlüğünü giymeden işe başlamazlar. Yanlarında ise her zaman reyhan çiçeği bulundururlar.