KİSPETÇİLİK
Yaşam mücadelesinin bedensel üstünlüğe ve güce dayandığı dönemlerde yapılan sportif çalışmaların saldırılara karşı hazırlıklı olma amacına hizmet etmesi de doğaldır. Bunun için insanoğlu mücadele sporları geliştirmiştir. “Güreş” işte bu sporlardan biridir.
Eski Türklerde günlük yaşamın bir parçası haline gelen güreşin, ne zaman ortaya çıktığı kesin olarak bilinmemekle birlikte bazı kaynaklarda M.Ö. 13. yy.da yaşamış Hiyung-Nu Türklerinde güreşin en yaygın mücadele sporu olduğu yazılıdır. Sümerlerde de güreşin yaygın olduğu ve hatta yılın belli dönemlerinde güreş bayramları yapıldığı tarihi buluntularla kanıtlanmıştır. Oğuz Türklerinde güreşin her türüne yer verildiği Dede Korkut Destanları’ndan anlaşılmaktadır. Arkeolojik araştırmalarda çıkan buluntularda değişik güreş kıyafetleri ve aksesuarlarına rastlanmıştır. Deri pantolon (Türkiye), örgülü pantolon (İran), sadak (Moğolistan) bu buluntulardan bazılarıdır.
1882–1962 yılları arasında yaşamış olan ünlü Alman spor adamı Carl Diem’in “Dünya Spor Tarihi” kitabına göre her şey tanrıya yakarma mimikleriyle başlamış ve bunu selamlama mimikleri takip etmiş. “Yüksek atlama; buğdayın gelişimini, büyümesini, güreş; düşmana karşı üstünlük sağlamayı, gürültülü oyunlar ise kötü ruhları kovma düşüncesiyle bağlantılıdır” diyor Diem.
“Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur”, “Ben sporcunun zeki çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim” diyen M. Kemal Atatürk sporun toplumlar üzerindeki olumlu, yapıcı etkisini şüphesiz en iyi bilenlerdendi.
YAĞLI GÜREŞ
Bir kaynağa göre Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya göç etmesi ile getirdikleri güreş stilleri bu coğrafyadaki stillerle kaynaşmış, özellikle Ege ve Trakya bölgesinde yaygın olan yağlı güreşler, Türkler tarafından benimsenmiştir. Selçuklular ile başlayan yağlı güreşler, Osmanlı döneminde bir gelenek haline getirilmiş ve günümüze kadar ulaşmıştır. Padişah gösterileri için “Hasan Pehlivan bölüğü” kurulmuş, Sultan IV. Murat ve Sultan Abdülaziz’in güreşe duydukları ilgi sayesinde güreş altın çağını yaşamıştır.
Yağlı güreşlerin 650 yıllık bir geçmişe sahip olduğu söylenebilir. Yalnız Çanakkale savaşlarında birkaç yıl ara verilmiş. Halk arasında en çok ilgi gören güreş türleri karakucak ve yağlı güreşler olmuş, Karakucak güreşleri “Anadolu güreşi”, yağlı güreşler ise “Rumeli güreşi” olarak adlandırılmıştır.
Güreşçilerin vücutlarına yağ sürerek er meydanlarında güreşmelerinden dolayı bu spora yağlı güreş, bu güreşçilere de “pehlivan” denmiş. Yağdan dolayı güreşçilerin birbirlerini tutmaları zorlaştığından yağlı güreş güç, dayanıklılık ve ustalık isteyen bir spordur. Güreşin hemen bitmeyip uzaması, en önemlisi de seyircilerin daha uzun zaman er meydanında kalmalarını sağlamak için güreşçiler yağlanmışlar. Zeytinyağından başka yağ kullanılmaz mı?
KİSPETSİZ YAĞLI GÜREŞ OLMAZ
Yağlı güreşte pehlivanların giydikleri, belden baldıra kadar uzanan, dar paçalı meşin pantolona “kıspet” ya da “kispet” denir. Kispetsiz yağlı güreş olmaz. Pırpıtla da güreş olur ama esas malzeme kispettir. Önceleri kaba kumaştan yapılan ve adına pırpıt denilen bu giysi, güreş sırasında yırtılabilirmiş. Giysisi yırtılan pehlivan da yenik sayılırmış. Sonradan sağlam olsun diye deriden yapmışlar, üstelik manda derisinden dikerlermiş. Kispetçi İrfan Şahin ustanın söylediğine göre yetişkin bir güreşçinin manda derisinden dikilen kispetinin ağırlığı 12–13 kg. gelirmiş. Bu ağırlıkta bir kıyafetle güreşen pehlivanların nasıl güçlü kişiler olduklarını tahmin etmek zor olmasa gerek.
GÜREŞ DEYİNCE AKLA KIRKPINAR GELİYOR
En yaygın olan rivayete göre 1356 yılında Orhan Gazi’nin büyük oğlu Süleyman Paşa komutasında Osmanlı ordusu Anadolu’dan Rumeli’ye geçerken Edirne’de Ahırköy çayırında dinlenmek için mola verir. Bu dinlenme esnasında savaşçılardan kırkı eşleşip güreş tutarlar. Yirmi çift arasından iki pehlivan yenişemezler. Tüm gün ve gece boyunca güreştikleri için solukları kesilir ve oldukları yerde can verirler. İki pehlivan oraya gömülür. Aradan yıllar geçip mezarı ziyarete gelenler, mezarın yerinde bir pınarın aktığını görürler. Yöre halkı tarafından “kırkların pınarı” denilen yerin adı daha sonra “Kırkpınar” olarak söylenmiştir. Bu iki pehlivan anısına her yıl orada güreşlerin düzenlendiği bilinmektedir. Edirne Ahırköy çayırının Misak-ı Milli sınırlarının çizilmesiyle birlikte Türk toprakları dışında kalmasından dolayı geleneksel hale gelen yağlı güreşler, 1923 yılından beri Edirne’nin Sarayiçi çayırında yapılagelmektedir.
Tarihi Kırkpınar güreşleri Edirne Belediyesi tarafından her yıl Haziran ayının son haftasında düzenlenmektedir. Kırkpınar’daki ağalık sistemine padişahlar dahi karışamazmış. Er meydanında ağanın sözü geçermiş.
KİSPETİ GİYMEK YÜREK İSTER
Aba güreşi, karakucak ve serbest güreş geçmişten günümüze gelen ata yadigârı sporlarımızdandır. Bunların içerisinde en zor olanı ise yağlı güreştir. Bu sporu yaparken de kispet giyilir. İrfan Şahin usta kispet ve yağlı güreş için “Kispet giymek yürek ister. Ata sporu yağlı güreşimiz diğer güreşlerin üzerindedir. Kispet doğrudan giyilen bir giysidir. Ayrıca iç çamaşırı giyilmez. Her iki güreşçi de güçlü insanlardır. Zeytinyağıyla da vücutlarını yağlıyorlar. Birbirlerini tutmaları çok zorlaşıyor. Belirtmek gerek zeytinyağı vücudu çok zinde tutar. Topluluk arasında yağlı güreş yapanı hemen tanırım. Görünüşleri zinde ve sağlıklı olduğundan diğer insanlardan farklıdırlar. Yağlı güreş dünya tarihine mal olmuş ata sporumuzdur. Pehlivanların çalıştığı koşullar eskisi gibi değil. Antrenman yapacakları salonlar kaloriferli ve her türlü konforları var” diyor.
KİSPET ÇOK PAHALI BİR GİYSİ DEĞİL
1960 yılında Turabi Mustafa ustanın yanında çırak olarak başlamış. “Ben Biga’daydım ama Kırkpınar’da Hidayet Usta ile de görüşürdük. Fakat Allah’ın bir hikmeti olsa gerek, ikisi de 1967 yılında ebediyete göçtü. O zamanın pehlivanlarından Ordulu Mustafa, Kara Ali, Hamit Kaplan, Nazmi Uzun, Şaban Filiz hepsi rahmetli oldular. Ordulu Mustafa, Nazmi Uzun, Aydın Demir’in bana yardımları sayesinde ben de başardım, 50 yıldır pehlivanların gözbebeği olarak mesleği yürütüyorum.” diyerek sözlerine devam ediyor.
“Benim tanıdığım pehlivanlar bilhassa 15–20 yıl öncesine kadar kırsal kesimden gelmiş, köyde harman yerinde, düğünlerde güreş tutmuş sağlıklı gençlerdi. Kispet çok pahalı bir giysi değil. Ahmet Taşçı’nın kispeti bile 500–600 TL arası bir şey. Ama yine de köyden gelen bir pehlivan için çok para. Son zamanlarda inşaatçılar, yerel yönetimler, bankalar bu işe el attılar. Güreş tutan pehlivanların kispetlerinin arkasında bu destekçilerin isimleri yazılıdır. Yani kispet ile reklamlarını yapmış oluyorlar. Sadece kispetlerini almakla kalmaz gıdalarına da sponsor olurlar. Sponsorları olan pehlivanlar başarılı oluyorlar. Diyetisyeni, doktoru her şeyiyle ilgileniyorlar.
1960 yılından sonra bütün pehlivanları tanıdım. Tekirdağlı Hüseyin 1938 yılında altın kemeri almış ancak 1938’den 1968’e kadar altın kemer alınamamış. 1968’de Ordulu Mustafa, 1974, 1975 ve 1976’da Aydın Demir, 1984, 1985 ve 1986’da Hüseyin Çokal, 1995’ten 1999’a kadar Ahmet Taşçı altın kemerin sahibi olmuş. Bu yıl Mehmet Yeşil alacakmış bu kemeri ama Fatih Atlı’ya yenilmiş. Zira bir pehlivanın altın kemeri alabilmesi için üst üste üç yıl kazanması, bir de başpehlivan olması gerekiyormuş. Ustamızdan bu bilgiyi de edinmiş olduk.
“Yunanistan, Makedonya, Bulgaristan’a kispet veriyordum ama Bulgaristan’da bu güreşi yasakladılar. Türk örf ve adetlerine karşı olmalarını bir nebze anlıyorum da spora karşı olmalarını anlayamıyorum. Yağlı güreş sadece Türklerde yapılan, bize ait bir güreş” diyerek anlatmaya devam ediyor.
VİDALA ÇIKTI KİSPETLER HAFİFLEDİ
“Vakete” denilen manda derisinden dikilen kispet çok ağır olurdu. 1960’lı yıllarda kalın ve ağır olan bu deriyi dikecek makinemiz olmadığı için elle dikerdik. Diktiğimiz kispeti bir pehlivan 8–10 yıl giyerdi. Önceden deri işleme kara düzen yapılırdı. Deri işleme tekniğinin ilerlemesiyle birlikte hem sağlam hem de daha ince deriler imal edildi. Biz de vidala denilen dana derisinden kispet dikmeye başladık. Vidaladan dikilen bir kispetin ağırlığı 1,8 kg, yağlanınca da 2,5 kg gelir.
Kispetleri hafifleyince pehlivanlar da güreş yaparken bayağı hareketli oldular. Eskiden o ağır kispetlerle böyle rahat güreşemezlerdi ama yağlı güreşlerde süre kısıtlaması da yoktu. Pehlivanlar günlerce güreş tutarlardı. Şimdi ise en fazla 40 dakika güreşiyorlar”, diyor İrfan Usta.
KİSPETTE PROVA OLMAZ
Kispetin nasıl yapıldığını soruyoruz İrfan Şahin Usta’mıza.
— Kispet esas olarak beş büyük parçadan meydana gelir. Ama bu beş parçayı birleştiren onlarca parçadan dolayı bu iş kırk parçaya çıkar. Bundan dolayı kispet 35–40 parçadan oluşur diye bilinir. Terziye gittiğinizde nasıl terzi ilk önce beden ölçünüzü alıp bir deftere kaydederse kispeti diken usta da aynen öyle yapar. Pehlivanın boyu ve kilosu çok önemlidir. Çünkü kispetin parçalarını tam ölçülere göre kesmek gerekir. Terzilikte prova olur, bu meslekte sonradan prova yapılmaz. Sağlam ve güzel bir kispet için en az 3 gün gerekir çünkü kispetin kalıplanması ve kuruma işlemi vardır.
Ve ekliyor:
— Kispetlik deri için genellikle siyah renk tercih edilmekte çünkü siyah deri yağlanınca zümrüt gibi parlar ve pehlivanlar toplu halde er meydanında güreşe çıktıklarında görüntü çok güzel olur. Öteden beri böyle gelmiş, biz de böyle devam ettiriyoruz.
“PEŞKUVAZ” DA DENİR
İlk önce kispetin kasnağının kemer kısmı yapılır. Kemer kısmı dört parmak genişliğindedir. Güreşte hasmın eli kasnağı tuttuğunda yırtılmaması için kasnağın sağlam hazırlanması gerek. Ölçüye göre kesilen parçalar 30 yıl öncesine kadar “çiriş” denilen yapıştırıcı ile yapıştırılırdı. Günümüzde ise çiriş olmadığından onun yerine başka yapıştırıcı kullanılmakta. Üç katı yapıştırılan derinin, üçüncü katının açık bırakılan kısmına kendirden yapılan halat yerleştirilir, deri kıvrılır ve üstüne demir kalıp konarak bir gece bekletilir. Yapıştırılmış olan parçalar biz denilen alet yardımıyla elde birbirine dikilir. Daha sonra makinede bu kısım nakışla işlenir. Makine yokken sadece üstteki deri işlenirmiş pamuk ipliği ile. Şimdilerde polyester iplik kullanılıyor.
Kispetin kasnak bölümüne eski Türkçede “peşkuvaz” denirmiş. Kasnakla bacak arasındaki üçgen şeklindeki bölüme “hazne” denir. Kispetin hangi bölümü zora geliyorsa sağlam yapılması gerekir.
Kispetin bacaklarında kasnaktan dize kadar olan kısma “oyluk” adı veriliyor. Bacakları sıkmayacak, pehlivana hareket rahatlığı verecek bollukta dikilir. Aynı ayakkabıların sayasında olduğu gibi tersinden dikip düze çevrilmektedir. Oyluğun 25 cm.lik kısmı nakışla işlenir.
Paça ise dizden şirazeye kadar olan kısımdır. Paça ile bacağın arasına “paçabend” denilen keçe konulur. Deri keçenin üzerine çekilir. Bunun da üzeri sicimle bağlanır.
Şiraze kispetin en alt kısmıdır. Kispetin şiraze kısmı süslü olsun diye kesik kesik yapılmaktadır.
Kispetin kemer kısmının ön tarafına kırmızı kurdele dikilir. Bu, kispetin giyilmemiş olduğunun kanıtıdır. Yeni alınan bir kispeti eşine dostuna sevinerek göstermek isteyen pehlivanlar kırmızı kurdelesine işaret ederler.
KİSPET DİKİMİNDE KULLANILAN MALZEMELER
Kispet dikiminde makas, biz , büyük iğne (çuvaldız), iplik (pamuk ve polyesterden), balmumu, dikiş makinesi, muşta, ıstaka, bıçkı(falçata), demir kalıp gibi malzemeler kullanılıyor.
ZENBİLDE SAKLANIRMIŞ
Biga’da çarşıda, pazarda “içindekini sen bil” anlamına gelen zenbil kullanılmakta. Zenbil aynı zamanda kispetin önemli bir saklama kabıdır. İrfan Usta’ya göre Türkiye’de yapan bir tek kişi var. “Kispet kullanılmadığı zaman saklanacaksa konulduğu kap hava almalı. Zenbil bataklık bitkisi olan hasır otundan örüldüğünden içindeki eşyanın hava almasını sağlar. Naylon ya da başka bir kapta saklanan kispet küflenir kullanılmaz” diyor. “Kispetin bakımını ne kadar itinayla yaparsanız yapın su, yağ, ter gibi etkenlerle sürekli değişime uğrayan deri mutlaka yıpranır. Bir pehlivan bir kispeti 3–4 yıldan fazla giymez. Yıpranmadan dolayı güreşirken kispeti yırtılabilir” diyor.
ZENBİLİ DUVARA ASMAK
Pehlivan zenbilini duvara asınca güreşi bıraktı sayılırmış. Yaşlanan ya da sakatlanıp güreşmeyi bırakan pehlivana ne yaptığı sorulduğunda “valla ben kispetimi zembille duvara astım” diye cevap verirmiş.
AYNI MESLEĞİ SEÇERDİM
Günümüzde az sayıda usta kispet dikmekte ve kispet ustalığı bu zanaata gönül veren ustalar tarafından yaşatılmaya çalışılmaktadır. Bigalı İrfan Şahin bu ustalardan biridir ve çok değerli bir ustadır. Öyle ki, kendisi Kültür Bakanlığı tarafından yaşayan kültür hazinesi listesine alınmıştır.
İrfan Şahin ustayı Biga’da bahçe içindeki atölyesinde ziyaret ettik ve yazımıza konu olan bu değerli meslek hakkında önemli bilgiler aldık.
Dedesinin ve babasının mesleği saraçlık olduğundan kendisini de derici yanında işe koymuşlar. Ustasının kızıyla evlenmesi bu meslekte devam etmesine vesile olmuş.
— Düşünüyorum da, ben de pehlivanlar gibi yağ kokusunu aldım ya yine aynı mesleği seçerdim galiba. Bu meslek bana herkesin kolay kolay tanıma fırsatı bulamayacağı kişilerle tanışma fırsatı sağladı. Beni maddi ve manevi olarak besledi, diyerek kispete ve mesleğe olan duygularını dillendiriyor.
— Artık el emeğine dayalı olarak üretim yapılan birçok meslek kolunda olduğu gibi maddi olarak imkânlarımız çok azaldı. On yıldan bu yana atölyemde beni birçok yabancı ziyaret etmekte. İnternet üzerinden beni buluyorlar. UNESCO Kırkpınar’ı da yaşayan kültür hazineleri kapsamına alınca Kırkpınar’a artan ilgiyle birlikte bizleri de tanımak istiyorlar. Bunlar insanı manevi olarak besleyen unsurlar. Yetiştirdiğim çıraklarım da var. Artık malzeme temininde sıkıntımız yok ama günümüz şartlarında on usta bu işi yapsa bu mesleğin şartları bunu kaldırmaz. Birçok meslek ortadan kalktı. Birçok meslek de kaybolmak üzere, diyerek sözlerini noktalıyor.
Kaynakça:
1. Türk Spor Kültüründe Aba Güreşi, Öğr. Gör. H.Murat Şahin, 2003
2. www.eksisozluk.com
3. vikipedia.org
4. Büyük Larousse
5. Actaturcica.com, Alev Özbil
6. Edirneden.com
7. turkgurestarihi.gov.tr