Fırat kenarında kendir örerler…
Kendir (diğer adıyla kenevir), sulu yerlerde yetişen, kullanışlı bir sanayi bitkisidir. Tohumundan yağ, elyafından ise ip, halat ve kumaş yapımında faydalanılır. Eczacılıkta, kozmetik sanayinde, kendir tohumunun yağı kullanılmaktadır. Uyuşturucu madde olarak esrar yapımında kullanıldığından kendir ekimi, günümüzde gözetim altında olup ürün miktarına sınırlama getirilmiştir.
Kendir veya kenevir bitkisi yurdumuzun birçok yerinde yetiştirilmektedir. Az güneşli ve yağmurlu bölgelerimizde yetişen kendir lifleri sertleşmezler. Çok ince ve yumuşak olduklarından ötürü, bu liflerden dokunan bezler de gayet yumuşak ve kullanışlı olurlar. Bol güneşli bölgelerde yetiştirilen kendirlerden elde edilen lifler ise sicim ve halat yapımında kullanılır. Rize bölgesi bol yağışlı olduğundan burada yetiştirilen kendir liflerinden gayet ince nefis bezler dokunmaktadır. Dokunan bezler dere sularında ve bazen de deniz suyunda beyazlatılır. Bu bölgemizdeki iklim şartları kendir dokumacılığının gelişmesini sağlamıştır. Kastamonu yöremizde yetiştirilen kendirden dokuma yapılmasına rağmen kendir lifleri daha ziyade sicim ve halat yapımına elverişlidir. Dokunan keten bezi, pamukluya göre daha dayanıklıdır. Sağlam olur ve ter emme yönünden daha sağlıklıdır.
KENDİRİN YETİŞTİRİLMESİ
Kendirin ekimi Mart ayının başı itibariyle yapılır. İki veya üç kez çapalanır. Haziran sonunda boyları 3-4 metreyi bulur. Ağustos ayının sonunda bitki topraktan elle sökülür.
Yeşil olarak sökülen kendirler, düzgün bir yüzeye serilerek kurutulmaya bırakılır. Kuruyan kendirler “cergi” denilen demetler haline getirilir. Sonra “ıslak” adı verilen havuzlara yatırılır ve üzerleri baskılanır.
Bir hafta suda bekletilen kendir lifleri saplarından ayrılır, cergiler havuzlardan çıkarılır ve tekrar kurumaya bırakılır. Güneş altında kuruyan cergilerin lifleri soyulmak üzere uygun bir yere taşınır.
Lif ayırma işlemi daha ziyade kadın emeğine dayanmaktadır. Lifler gövdeden soyularak çıkarılır. Bu lifler, ortalama ağırlıkları 2- 2,5 kg’lık yumaklar haline getirilir. Geriye kalan odunsu gövdeye ise “kelek” denir. Bunlar kışın sobalarda yakılarak ısınmada kullanılır.
Kışın kadınlar bu yumakları nemlendirerek (genellikle tükürüklerini kullanırlar) bükerler. Uzun kış günlerinde gecede üç kilo kadar bükebilirler. Büküm işleminin yapılabilmesi için ortamın nemli olması tercih edilir. Ortam nemli olmazsa sicimi oluşturan kendir lifleri büküldükleri şekli alamadan dağılırlar. Nemli bükülen sicim kuruduğunda büküldüğü şekilde kalır. Mağara ve dere boylarının nemli ortamında “kabiye” denilen çarklarda büküm işlemi erkekler tarafından seri olarak yapılır.
MAĞARALARDA YAPILAN KENDİRCİLİK
Gaziantep ilimizde çok sayıda bulunan mağaralarda kendircilik yaygın biçimde yapılırdı. Mağaraların nemli ortamı bu mesleğin devamı için çok elverişliydi. Daha sonra bilinçsiz yönetimler, bırakın kendirciliği, ülke açısından da önemli bir yer tutan mağara turizmini dahi düşünmeden bu mağaraları doldurup imara açmışlardır. Yakın zamana kadar Gaziantep’te kalan bir iki mağarada pamuklu bezlerden elde edilen elyafın bükümü yapılmaktaydı. Ne yazık ki bu mağaralar da doldurulmuş olup bu mesleğin son ustaları da sokağa atılmışlardır. Bu nedenle urgancılık mesleği günümüzde daha sınırlı bir çerçevede Kastamonu ve Rize illerimizde devam etmektedir.
FIRAT’IN KIYISINDAKİ KENDİRCİLİK
Şanlıurfa ilimizin Birecik ilçesinde de kendircilik Fırat nehrinin her iki kıyısında yapılan önemli iş kolları arasındaydı. Çocukluğumda Gaziantep’ten Şanlıurfa’ya giderken otobüsün penceresinden yol üzerinde bulunan Birecik köprüsünden bu kendircileri görür, ne yaptıklarını merak ederdim. O zamanlar urgancılığın ne olduğunu bilmediğimden yaptıkları işi de anlamazdım. Abalarının eteklerine doldurdukları kendir liflerini tutarak altısı yedisi bir arada belli kulvarlarda metrelerce uzaklara ağır ağır gider gelirlerdi. Kendir yumaklarından çekilen liflerin hep aynı kalınlıkta bükülmesini sağlamak ustalık isteyen bir iştir. Kabiye denilen bükme çarkının başındaki kişi de büyük bir gayretle çarkı hiç durmadan çevirirdi. Hayalimde kalan ve bir daha yaşanması mümkün olmayan o resmi şimdi gözümün önünde canlandırmaya çalışıyorum.
ÖLMEK İSTEMEYEN MESLEK
Fabrikalarda yapılan naylon halat ve ipler, kendir elyafından yapılanların yerlerini asla tutmamışlardır. En ince kendir ipi bile en sağlam naylon ipinden daha sağlamdır. Örneğin, gemileri limanlardaki babalara bağlayan halatlar önceleri kendirden yapılırdı.
Coğrafi konumu itibariyle eski bir ticaret merkezi olan Birecik’te el sanatlarının bir kısmı tarihi kimliğini koruyarak günümüze kadar gelmişlerdir. Bu meslekler az sayıda usta tarafından devam ettirilmektedir. Fırat kıyıları kendir bitkisinin yetiştirilmesine elverişli olduğundan kendircilik mesleği Birecik’te çok rağbet görmüştür.
Baba mesleğini sürdüren Mustafa bey yakınıyor . “Su bitti kendircilik de öldü “…
Babası kendir ustası olan, seksen yaşındaki Birecik’li Mustafa ile o dönemi ve kendirciliği konuştuk. Biz sorduk Mustafa usta yanıtladı.
– Ustam, bize hatırladığınız kadarıyla kendircilik mesleğini anlatabilir misiniz?
– Babam bu işi yapıyordu. Ama daha önceleri salcıydı. Sallarla Suriye’ye yük taşıyorlardı. 1940’larda Suriye ile kayık ticareti bitince babam da, zaten daha önceleri zaman zaman yaptığı kendircilik işine geri döndü.
– Birecik’te ne zamandan beri kendircilik işi yapılıyordu?
– Çok eski, yani 200 yıldan fazla oluyor. Ama dediğim gibi aşağı yukarı 60- 70 yıl önce kıymete bindi. Ta ki 1990’lı yılların başına kadar…
– Peki, kendircilik işi neden bitti?
– Her şeyden önce su bitti. Kendir sulak yerlerde yetişir. Birecik’te işlenen kendirin büyük bir bölümü Suruç Ovası’ndan geliyordu. Şimdi orada suyun damlası kalmadı. Dolayısıyla kendir ekimi de yapılamamaya başlandı. Ayrıca şu naylon ipler icat oldu.
– Babanızın bir gününün nasıl geçtiğini hatırlıyor musunuz?
– Çok iyi hatırlıyorum. Çünkü o zaman Birecik’te her şey kendircilik demekti. Kendirciler çok önemliydi. Babam da saygı gören, iyi bir ustaydı. Çok erkenden kalkılırdı; gece yarısından sabah ezanı arası. Genelde ustalar, işçiler evlerinden birbirlerine seslenerek uyandırılırlardı. Sabahın o sessiz saatlerinde sadece kendircilerin sesleri yankılanırdı.
– Neden o kadar erken?
– İşe erkenden gitmelerinin nedeni, kendirin serin havalarda işleniyor olmasıydı. Sabah serinliğinde çok seri bir şekilde çalışılırdı. Kuşluk vaktini aşıp öğlene doğru o günkü işler bitirilmek zorundaydı. Zira hava ısındıkça iplik kuruyordu ve iyi kavranamıyordu. Öğlene doğru babam eve gelip üzerini değiştirerek kahveye giderdi. Özellikle kendircilerin gittiği bir kahvehaneleri vardı. Orada çoğunlukla kendircilikle ilgili olarak konuşulurdu. O kahve her yönüyle adeta bir okul gibiydi.
– Kaç kişi bu işi yapıyordu?
– O zamanlar en az 2000 aile geçimini bu işten sağlıyordu. Diğer bir deyişle Birecik’in hemen hemen hepsi kendircilik işiyle ilgiliydi.
– Kendirciliğin veya kendircilerin kendine özgü bir yaşam biçimleri var mıydı?
– Elbette. Bütün mesleklerde olduğu gibi kendirciliğin de kendine özgü kuralları vardı. Mesela en önemli şey çırak, kalfa ve usta silsilesi geleneğinin hakim olmasıydı. Herkes kendi yerine göre davranmak zorundaydı. Saygı, sevgi çok önemliydi. Bu zincirin en üst halkası olan ustalık o dönemde çok itibar görüyordu. Birçok olayda mutlaka onlara danışılır, görüşleri alınırdı. Onlar da bunun bilincindeydiler; güvenilir ve dürüsttüler.
– Kendirin daha çok çevre ilçelerde, örneğin Suruç’ta yetiştiğini, oradan buraya geldiğini söylüyorsunuz. Peki, neden Birecik?
– Birecik’in havası Fırat’tan dolayı serin oluyor. Bu da kendir için uygundu. Ayrıca Fırat’tın suyundan çok faydalanılıyordu. Nitekim kendir, kırmaya hazırlanana kadar yaklaşık yedi-sekiz gün suya yatırılırdı.
– Söz buraya gelmişken, biraz da kendir imalatından bahseder misiniz?
– Evet. Boyu iki metreyi bulan kendir balyalar halinde Birecik’e, Fırat’tın kıyısına getirilirdi ve akan suya kapılmasın diye üzerine ağırlık konularak suya yatırılırdı. Bu böylece en az bir hafta kadar suda bekletilirdi. Sonra yumuşamış kendir sudan çıkarılır ve kadınlar tarafından kırdırılarak lifleri alınırdı. Bölgede kibrit dediğimiz liflerden temizlenmiş kamışı çeşitli alanlarda kullanırlardı. Mesela, çit olarak, kerpiç evlerin damlarında, o zaman ki kıl çadırların etrafında, yakacak ve sair yerlerde…
– Çok emek isteyen bir iş ha bu kendircilik?
– Ne diyorsun? Kamışlardan soyulan lifler kurutulur, iyice, tel tel olana kadar dövülürdü. İçlerindeki kıymık gibi yabancı maddelerden temizlenirdi. Sonra ustalar, bellerine bağladıkları büyük çıkınlara işlemeye hazır bu lifleri dolayarak, en az 20-30 metre uzunluğundaki bir alanda gidip gelmek suretiyle dolaplarda ham sicim haline getirirlerdi. Daha sonra bu ham sicimler kalınlık durumuna göre işlenirdi. Mesela en ince olanına knep denilirdi. Üç tel knep birleştirilip biraz daha kalını olan dumuşki yapılırdı. Bu böylece kalınlık durumuna göre üçer üçer örülerek kalınlaştırılırdı.
– Örme işi nasıl oluyor?
– Örme işini de anlatayım sana; üzerinde üç tane delik bulunan kalınca bir tahtadan geçirilen ipler, dolaplara bağlı makaralara gerdirilerek sarılırdı. Her aşamasında ıslatılırdı ve mutlaka serinlikte çalışılırdı.
– Tezgahları ya da makineleri nasıldı? Nasıl çalışıyordu?
– Öyle önemli parçaları falan olan tezgahlar değildi. Hepsi basit, elle yani insan gücüyle çalışıyordu. Bunlara dolap denilirdi. Her dolap bir tezgâhtı. Her tezgahta ise en az 10-12 kişi çalışıyordu.
– Az önce iplik çeşitlerinden bahsetmiştin. Kaç çeşit ip elde ediliyordu?
– Genel anlamıyla üç çeşit. Birincisi inceydi. Çuval, kıl çadır parçaları gibi, yani dikiş işlerinde kullanılırdı. Bu çeşidine knep denilirdi. İkincisi orta kalınlıktaydı, buna da dumuşki denilirdi. Üçüncü cins ise çok kalındı. Genelde gemi halatı olarak kullanılırdı, buna da sitehaşeri denilirdi.
– Kendirin pazar yeri neresiydi? Üretilen kendir daha çok nerelerde pazarlanırdı?
– En çok civar illerde. Antep, Maraş, Urfa, Hatay gibi civar illere pazarlanırdı. Ha, bu esnafın bir özelliğini daha anlatayım; her yünüyle bir birlerine çok bağlı olmalarına rağmen kimse kimseye pazar yerini söylemezdi. Birbirlerinden habersiz satışa giderlerdi.
– Kendirciliğin dönemin en önemli işi olduğunu söylüyorsun, peki neden sen de bu işe devam etmedin ?
– Zor bir meslekti. Bu yüzden babam bu mesleğe devam etmemi istemedi. Yoksa o zamanlar çok para kazanılıyordu.
– Çok teşekkür ederim Mustafa Usta.